TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Bir seneyi daha geride bıraktık, ama ne seneydi! Korku, avantür, polisiye ve casus filmi janrlarının karışımı sonu gelmez bir kötü bir filme benzeyen on seneden sonra ümit dolu bir Haziran direnişi yaşadık 2013'te. Yeni yıl resmimimizin teması da başka birşey olamazdı! İllüstrasyon: Tahsin Özgür, renk seçimi: Lâle Özgür. 2013'ün karanlık ve renkli günlerini nasıl geçirdiğimizi hatırlamak için bkz. "Gezi Yılını Kapatırken" Yeni yılınız kutlu olsun!
ENGLISH
Another year over, but what a year it was this time. The past decade in Turkey was like being trapped in a interminable B movie that's a strange mixture of horror, adventure, whodunnit and espionage genres. 2013 saw a flash of hope with the June uprising, also known popularly as the Gezi resistance, after the name of the park that was at once the reason and the focus of the sensational public show of defiance against a repressive and regressive regime. It was not possible to choose another theme for this year's new year message! Illustration: Tahsin ("Tash") Özgür, color design by Lâle Özgür. To remember the darkest and brightest days of 2013 you can check out "Closing the 'Gezi' Year" Happy new year!
8 Aralık 2013 Pazar
18 Kasım 2013 Pazartesi
ÇİZGİ FİLM BAYRAMI- HAND-DRAWN ANIMATION DAY
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Bilgisayar animasyonu popülerleşip el çizimiyle yapılan animasyon- yani çizgi film- tehlikeye girdiği sıralardaydı; el çizimi resimlerle yapılan canlandırmanın kendine özgü güzelliklerini unutturmamak istiyorduk. Bu amaçla bir "Çizgi Film Bayramı" yapmayı düşünmüştük. Tarih olarak da 18 Kasım'ı seçmiştik; Miki Fare'nin seyirciyle tanıştığı ilk film, aynı zamanda sesli olarak planlanıp hazırlanan ilk çizgi film olan Steamboat Willie'nin ilk gösterime girdiği 18 Kasım 1928'in yıldönümü olduğu için. Fikri yaymaya çalıştık, Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan arkadaşımız Rıdvan Çevik orada kutlamalar düzenledi, sonra Maltepe Üniversitesi'nde kendimiz öğretim görevlisi olduğumuzda eşim ve ben aynı şekilde kutlamalar düzenledik. (Bkz: "Çizgi Film Bayramı", 10 Eylül 2010.) Ne yapalım ki fikir tutmadı, sonra ülkemizde "Çizgi Film Bayramı" değil, milli bayramlar unutulmaya- unutturulmaya başladı. Daha ciddi meseleler aklımızı meşgul ediyordu artık, Silivri Ankara Taksim derken ben animasyon masama- özlesem de- daha seyrek uğrar olmuştum. Derken bugün Çevik arkadaşımız Eskişehir'den aradı ve çizgi film bayramımızı kutladı. Bir burukluk geldi, herşeyleri birden kaybediyormuşçasına! (Ülkemizde olanları vatandaşlara anlatmak gerekmez!) 29 Ekim için Tünel'den Taksim'e yürüdük, arkasından da Bağdat Caddesi'nde, 10 Kasım'da Anıt Kabir'deydik. 18 Kasım Çizgi Film Bayramı için de birşeyler yapmalıydım. Eski animasyonları içeren bir kaseti diske kaydettirmek üzere fotoğrafçıya bırakmıştım ve tam da bugün teslim alacaktım. Oradan birşey seçip burada bu günün şerefine paylaşayım dedim. 1995-96 'da Berlin'de Hahn Film'deyken Ted Sieger isimli İsviçreli bir sanatçının yarattığı karakterlerle bir dizi kısa hikayecikler yapılıyordu. Ben bu yılan hikayesi canlandırmıştım. "Çizgi Film Bayramı"'na yakışacak şekilde çizgi animasyonun serbestliğini aksettiriyor.
ÇİZGİ FİLM BAYRAMI- HAND-DRAWN ANIMATION DAY from tahsinozgur on Vimeo.
ENGLISH
Remember those anxious years when CG animation was becoming increasingly popular, theratening to push hand-drawn animation completely off the screens? That's when we dreamed up the idea of a "Cartoon Animation Day" or "Hand-Drawn Animation Day", to remind people of the very particular beauty of drawings that move. The celebrations would be held on November 18th, commemorating the 1928 release of Steamboat Willie, considered the first Mickey Mouse film and the first cartoon conceived and made as a sound film. We hoped to spread the idea, our friend Rıdvan Çevik, teaching animation at Anadolu University, Eskişehir, tried to turn it into a day of activities at his school, and when I and my wife started teaching at Maltepe University, Istanbul, we tried to do the same. (See: "Hand-Drawn Animation Day", Sept. 10th, 2010.) But after trying for a few years in a row, we saw that the idea wasn't catching on. Now, with even our national celebrations under threat, our caprice of a day for hand-drawn animation seems childish and unimportant. (Compatriots will know what I am talking about!) Today I got a phone call from Çevik in Eskişehir; he was wishing us a "happy Hand-Drawn Animation Day". The best word for my feelings would be: bittersweet. We marched for October 29th, Republic Day, we marched for November 10th, anniversary of Ataturk's decease, because we were against the government's push to make us forget them. I felt I had to do something for our own November 18th, once so important to me because I wanted to keep people from forgetting the art and craft I loved. As it happens, I had left a cassette containing some animation work at a photo shop to be transferred on disc and was due to pick them up today. I decided to share some old animation in honor of the occasion. I picked this one; I had animated it at Hahn Film in Berlin back in 1995 or '96. The concept and character belong to Swiss artist Ted Sieger. I feel it's a good example of the kind of freedom and liveliness that makes hand-drawn animation special. Pure flip-power!
Bilgisayar animasyonu popülerleşip el çizimiyle yapılan animasyon- yani çizgi film- tehlikeye girdiği sıralardaydı; el çizimi resimlerle yapılan canlandırmanın kendine özgü güzelliklerini unutturmamak istiyorduk. Bu amaçla bir "Çizgi Film Bayramı" yapmayı düşünmüştük. Tarih olarak da 18 Kasım'ı seçmiştik; Miki Fare'nin seyirciyle tanıştığı ilk film, aynı zamanda sesli olarak planlanıp hazırlanan ilk çizgi film olan Steamboat Willie'nin ilk gösterime girdiği 18 Kasım 1928'in yıldönümü olduğu için. Fikri yaymaya çalıştık, Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan arkadaşımız Rıdvan Çevik orada kutlamalar düzenledi, sonra Maltepe Üniversitesi'nde kendimiz öğretim görevlisi olduğumuzda eşim ve ben aynı şekilde kutlamalar düzenledik. (Bkz: "Çizgi Film Bayramı", 10 Eylül 2010.) Ne yapalım ki fikir tutmadı, sonra ülkemizde "Çizgi Film Bayramı" değil, milli bayramlar unutulmaya- unutturulmaya başladı. Daha ciddi meseleler aklımızı meşgul ediyordu artık, Silivri Ankara Taksim derken ben animasyon masama- özlesem de- daha seyrek uğrar olmuştum. Derken bugün Çevik arkadaşımız Eskişehir'den aradı ve çizgi film bayramımızı kutladı. Bir burukluk geldi, herşeyleri birden kaybediyormuşçasına! (Ülkemizde olanları vatandaşlara anlatmak gerekmez!) 29 Ekim için Tünel'den Taksim'e yürüdük, arkasından da Bağdat Caddesi'nde, 10 Kasım'da Anıt Kabir'deydik. 18 Kasım Çizgi Film Bayramı için de birşeyler yapmalıydım. Eski animasyonları içeren bir kaseti diske kaydettirmek üzere fotoğrafçıya bırakmıştım ve tam da bugün teslim alacaktım. Oradan birşey seçip burada bu günün şerefine paylaşayım dedim. 1995-96 'da Berlin'de Hahn Film'deyken Ted Sieger isimli İsviçreli bir sanatçının yarattığı karakterlerle bir dizi kısa hikayecikler yapılıyordu. Ben bu yılan hikayesi canlandırmıştım. "Çizgi Film Bayramı"'na yakışacak şekilde çizgi animasyonun serbestliğini aksettiriyor.
ÇİZGİ FİLM BAYRAMI- HAND-DRAWN ANIMATION DAY from tahsinozgur on Vimeo.
ENGLISH
Remember those anxious years when CG animation was becoming increasingly popular, theratening to push hand-drawn animation completely off the screens? That's when we dreamed up the idea of a "Cartoon Animation Day" or "Hand-Drawn Animation Day", to remind people of the very particular beauty of drawings that move. The celebrations would be held on November 18th, commemorating the 1928 release of Steamboat Willie, considered the first Mickey Mouse film and the first cartoon conceived and made as a sound film. We hoped to spread the idea, our friend Rıdvan Çevik, teaching animation at Anadolu University, Eskişehir, tried to turn it into a day of activities at his school, and when I and my wife started teaching at Maltepe University, Istanbul, we tried to do the same. (See: "Hand-Drawn Animation Day", Sept. 10th, 2010.) But after trying for a few years in a row, we saw that the idea wasn't catching on. Now, with even our national celebrations under threat, our caprice of a day for hand-drawn animation seems childish and unimportant. (Compatriots will know what I am talking about!) Today I got a phone call from Çevik in Eskişehir; he was wishing us a "happy Hand-Drawn Animation Day". The best word for my feelings would be: bittersweet. We marched for October 29th, Republic Day, we marched for November 10th, anniversary of Ataturk's decease, because we were against the government's push to make us forget them. I felt I had to do something for our own November 18th, once so important to me because I wanted to keep people from forgetting the art and craft I loved. As it happens, I had left a cassette containing some animation work at a photo shop to be transferred on disc and was due to pick them up today. I decided to share some old animation in honor of the occasion. I picked this one; I had animated it at Hahn Film in Berlin back in 1995 or '96. The concept and character belong to Swiss artist Ted Sieger. I feel it's a good example of the kind of freedom and liveliness that makes hand-drawn animation special. Pure flip-power!
14 Ağustos 2013 Çarşamba
BALONLU ÇİKLET İÇİN DENEMELER- EXPERIMENTAL ANIMATION FOR BUBBLE GUM ADS
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Seneler seneler önce, artık çok geride kalmış Manajans günlerimde canlandırmış olduğum iki reklâm filmini geçen gün burada sizlerle paylaşmıştım. (Bkz. "Balonlu Çiklet Günleri", 9 Ağustos 2013.) O zamanlar proje için deneme canlandırmaları da yapmıştım. Üçünü burada paylaşıyorum. Bunlar deneme ve fikir sunum niteliğinde olduğu için hiçbir yerde kullanılmadı. Birincisinde karakter oranlarının farklı olduğunu göreceksiniz; o sırada daha karakter bile tasarım aşamasındaydı ve ben ajansa animasyonun nasıl bir tadı olacağını göstermek istemiştim. İkincisi daha bir kurgu bilim ve serüven istikametine gitme düşüncesiyle yaptığımn bir denemeydi. Üçüncüsü ise çiklet oburu uzaylıların mizahi bir sunumu!
I recently shared with you here two ads for a bubble gum brand that I had animated years and years ago, during those long-gone days at Istanbul's Manajans ad agency. (See "Bubble Gum Days", 9 August-Ağustos 2013.)I had also made some experimental animation for the project at the time and am sharing three of them here. These were done for development and presentation purposes only and as such were never used anywhere. You will notice that the character's proportions are different in the first one; I animated it well before starting work on the first film and the character was still being developed. The purpose was to give the agency an idea about the flavor of the animation I was going to produce. In the second I explored the possibility of going into a sci-fi/adventure direction. The third is a whimsical way of presenting the voracious appetites of the bubble-gum crazy aliens.
Seneler seneler önce, artık çok geride kalmış Manajans günlerimde canlandırmış olduğum iki reklâm filmini geçen gün burada sizlerle paylaşmıştım. (Bkz. "Balonlu Çiklet Günleri", 9 Ağustos 2013.) O zamanlar proje için deneme canlandırmaları da yapmıştım. Üçünü burada paylaşıyorum. Bunlar deneme ve fikir sunum niteliğinde olduğu için hiçbir yerde kullanılmadı. Birincisinde karakter oranlarının farklı olduğunu göreceksiniz; o sırada daha karakter bile tasarım aşamasındaydı ve ben ajansa animasyonun nasıl bir tadı olacağını göstermek istemiştim. İkincisi daha bir kurgu bilim ve serüven istikametine gitme düşüncesiyle yaptığımn bir denemeydi. Üçüncüsü ise çiklet oburu uzaylıların mizahi bir sunumu!
I recently shared with you here two ads for a bubble gum brand that I had animated years and years ago, during those long-gone days at Istanbul's Manajans ad agency. (See "Bubble Gum Days", 9 August-Ağustos 2013.)I had also made some experimental animation for the project at the time and am sharing three of them here. These were done for development and presentation purposes only and as such were never used anywhere. You will notice that the character's proportions are different in the first one; I animated it well before starting work on the first film and the character was still being developed. The purpose was to give the agency an idea about the flavor of the animation I was going to produce. In the second I explored the possibility of going into a sci-fi/adventure direction. The third is a whimsical way of presenting the voracious appetites of the bubble-gum crazy aliens.
9 Ağustos 2013 Cuma
BALONLU ÇİKLET GÜNLERİ- BUBBLE GUM DAYS
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Hatırlar mısınız balonlu çikletler vardı, içlerine sarılmış küçük, tek esprilik hikâyecikler olurdu. Onlardan ben de yapmıştım ve güzel bir tecrübe olmuştu.
1983'te İstanbul'da İstanbul'un önemli reklâm şirketlerinden Manajans'a girmiştim; hatta daha önce öyle bir kadroları olmadığı hâlde animatör olarak. O zamanlar, önceden de mevcut olan bir balonlu çiklet markasına yeni konsept, yeni karakterler, ve buna uygun yeni serüvenler geliştirmem istendi. Bir grup çocuk önerdim, ilkokul çocukları, hepsi arkadaş, sınıf arkadaşı, yalnız bunlardan birinin- olur a- bir uzay gemisi var! Bacak kadar çocuğun eline nasıl geçmiş böyle bir oyuncak? İki uzaylıyla tanışmış, onlara mevzubahis balonlu çikletlerden ikram etmiş, onlar da bu mükemmel lezzeten ve kocaman balonlar şişirebilmenin zevkinden o kadar hoşnut olmuşlar ki cömertlikleri tutmuş ve kendi uzay gemilerini hediye edivermişler.
Senelerce bu çocuklarla yaşadım, onlarla yattım, kalktım. Şu günlerde bütün ailem taşınıyor; eşyalar oradan oraya gidiyor, sandıklar, tozlu kutular açılıyor, eski anılar ortaya dökülüyor. Derken ne göreyim- ne zamandır kayıp zannettiğim o küçük öykülerden bir zarf dolusu! Eski arkadaşları görmek çok hoş oldu.
Çiklet için iki de reklâm filmi yapmıştım. İlki daha çok ajansın isteğine uygun yapıldı ve biraz uyuntu oldu. İkincisinde yerim daha sağlamdı, biraz zorlayabildim ve daha enerjik birşey çıktı.
Hemen belirtmeliyim ki hem çikletten çıkan küçük öykülerde, hem de filmi yaparken Manajans grafik departmanı çalışanları yardım ettiler. O zamanlar çizgi film resimleri asetata geçirilip boyanırdı! Özellikle mürrekkebe çekmede ilk filmde Ümit Taşçı, ikincisinde Mustafa Yılmazyıldırım'a ayrıca tekrar teşekkür ederim. (Öykülerin mürekkeplenmesinde her ikisi de çalışmıştı tabii.) Çekimlerde de Manajans'ın film bölümü Manavizyon'un teknisyenleri yardımcı oldular.
Öykülerden birkaç tanesini, bir basın ilanını ve iki reklâm filmini burada paylaşıyorum.
ENGLISH
Do you remember bubble gum stories? Very short stories and situations with a single gag that would come out of the wrapping. I was also involved in a project of this kind once.
In 1983 I started working for Manajans, a major advertising agency in Istanbul. I was taken on as animator, even though that position had not existed in the agency before that date. I was given the assignment of revamping an existing bubble gum brand, developing a new concept, coming up with new characters, and dreaming up and drawing new situations and gags. I proposed a group of children, all friends and classmates in elementary school. One of them happens to own a spaceship! How would a little kid get his hands on a neat toy like that? Simple really! Two wandering extraterrestrials happen by, our young friend offers them some bubble gum, and the aliens are so taken with the taste and so thrilled by the pleasure of blowing bubbles with what they are chewing that they return the favor by generously giving the lad their spaceship.
For years I practically lived with these kids! I ate, drank, slept, and breathed with them. My whole family is moving these days. Trunks and dusty old boxes are being opened, and old memories spill out. I ran into an envelope full of those little bubble gum stories from way back then. It was like meeting old friends again!
I had also animated two commercials for the gum; the first followed the agency's wishes and ended up lacking in pep and rythm. By the time the second one came around, I was more assured of my position and managed to press for something with tempo and energy. I should immediately acknowledge the assistance of the members of the Manajans art department for their invaluable help in inking and coloring the film as well as the little comics. (Back then, drawings for animated films had to be transferred to celluloid cels and painted!) I should mention by name Ümit Taşçı, who inked the drawings of the first film, and Mustafa Yılmaz yıldırım, who did the same for the second. (Both have contributed to the little stories.) For shooting and editing, I relied on the support of the technicions of Manavizyon, the agency's film production branch.
I am sharing some of the comics, a printed ad, and the two animated commercials here.
Hatırlar mısınız balonlu çikletler vardı, içlerine sarılmış küçük, tek esprilik hikâyecikler olurdu. Onlardan ben de yapmıştım ve güzel bir tecrübe olmuştu.
1983'te İstanbul'da İstanbul'un önemli reklâm şirketlerinden Manajans'a girmiştim; hatta daha önce öyle bir kadroları olmadığı hâlde animatör olarak. O zamanlar, önceden de mevcut olan bir balonlu çiklet markasına yeni konsept, yeni karakterler, ve buna uygun yeni serüvenler geliştirmem istendi. Bir grup çocuk önerdim, ilkokul çocukları, hepsi arkadaş, sınıf arkadaşı, yalnız bunlardan birinin- olur a- bir uzay gemisi var! Bacak kadar çocuğun eline nasıl geçmiş böyle bir oyuncak? İki uzaylıyla tanışmış, onlara mevzubahis balonlu çikletlerden ikram etmiş, onlar da bu mükemmel lezzeten ve kocaman balonlar şişirebilmenin zevkinden o kadar hoşnut olmuşlar ki cömertlikleri tutmuş ve kendi uzay gemilerini hediye edivermişler.
Senelerce bu çocuklarla yaşadım, onlarla yattım, kalktım. Şu günlerde bütün ailem taşınıyor; eşyalar oradan oraya gidiyor, sandıklar, tozlu kutular açılıyor, eski anılar ortaya dökülüyor. Derken ne göreyim- ne zamandır kayıp zannettiğim o küçük öykülerden bir zarf dolusu! Eski arkadaşları görmek çok hoş oldu.
Çiklet için iki de reklâm filmi yapmıştım. İlki daha çok ajansın isteğine uygun yapıldı ve biraz uyuntu oldu. İkincisinde yerim daha sağlamdı, biraz zorlayabildim ve daha enerjik birşey çıktı.
Hemen belirtmeliyim ki hem çikletten çıkan küçük öykülerde, hem de filmi yaparken Manajans grafik departmanı çalışanları yardım ettiler. O zamanlar çizgi film resimleri asetata geçirilip boyanırdı! Özellikle mürrekkebe çekmede ilk filmde Ümit Taşçı, ikincisinde Mustafa Yılmazyıldırım'a ayrıca tekrar teşekkür ederim. (Öykülerin mürekkeplenmesinde her ikisi de çalışmıştı tabii.) Çekimlerde de Manajans'ın film bölümü Manavizyon'un teknisyenleri yardımcı oldular.
Öykülerden birkaç tanesini, bir basın ilanını ve iki reklâm filmini burada paylaşıyorum.
Cincin balonlu çiklet karikatürlerinden.
Some of the Cincin bubble gum comics.
Bu da basın için yapılmış bir reklâm.
And this is an ad that appeared in the press.
ENGLISH
Do you remember bubble gum stories? Very short stories and situations with a single gag that would come out of the wrapping. I was also involved in a project of this kind once.
In 1983 I started working for Manajans, a major advertising agency in Istanbul. I was taken on as animator, even though that position had not existed in the agency before that date. I was given the assignment of revamping an existing bubble gum brand, developing a new concept, coming up with new characters, and dreaming up and drawing new situations and gags. I proposed a group of children, all friends and classmates in elementary school. One of them happens to own a spaceship! How would a little kid get his hands on a neat toy like that? Simple really! Two wandering extraterrestrials happen by, our young friend offers them some bubble gum, and the aliens are so taken with the taste and so thrilled by the pleasure of blowing bubbles with what they are chewing that they return the favor by generously giving the lad their spaceship.
For years I practically lived with these kids! I ate, drank, slept, and breathed with them. My whole family is moving these days. Trunks and dusty old boxes are being opened, and old memories spill out. I ran into an envelope full of those little bubble gum stories from way back then. It was like meeting old friends again!
I had also animated two commercials for the gum; the first followed the agency's wishes and ended up lacking in pep and rythm. By the time the second one came around, I was more assured of my position and managed to press for something with tempo and energy. I should immediately acknowledge the assistance of the members of the Manajans art department for their invaluable help in inking and coloring the film as well as the little comics. (Back then, drawings for animated films had to be transferred to celluloid cels and painted!) I should mention by name Ümit Taşçı, who inked the drawings of the first film, and Mustafa Yılmaz yıldırım, who did the same for the second. (Both have contributed to the little stories.) For shooting and editing, I relied on the support of the technicions of Manavizyon, the agency's film production branch.
I am sharing some of the comics, a printed ad, and the two animated commercials here.
5 Nisan 2013 Cuma
KORKAK TAVŞANLAR BİLE- EVEN FRIGHTENED BUNNIES
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Bu illüstrasyonu 8 Nisan 2013'te Silivri Ceza İnfaz Kurumu önünde yapılacak protesto eylemine kendim de katılacağımı bildirmek için hazırladım. Tavşan yürekli de olsa bir çizgi filmci asla korkak olamaz, çünkü bizim filmlerimiz daima iyiliğin kötülüğü en zorlu şartlarda bile yenmesini konu eder. Kare kare çizebilir miydik inanmasaydık? Ve inançsız yapılsalardı, o filmler o kadar güzel olabilir miydi? Bu illüstrasyonu nasıl kullandığımı görmek için burayı tıklayın!
ENGLISH
I made this illustration to announce that I too would be attending the demonstration before the Silivri prison compound outside Istanbul on April 8th, 2013. Be he a man, a mouse, or a bunny, an animator can never be a coward, because our animated films are about the victory of good over evil against all odds. Could we have drawn it all frame by frame if we hadn't believed? And without belief and conviction, could those films have been so beautiful? To see how I used this illustration, click here.
Bu illüstrasyonu 8 Nisan 2013'te Silivri Ceza İnfaz Kurumu önünde yapılacak protesto eylemine kendim de katılacağımı bildirmek için hazırladım. Tavşan yürekli de olsa bir çizgi filmci asla korkak olamaz, çünkü bizim filmlerimiz daima iyiliğin kötülüğü en zorlu şartlarda bile yenmesini konu eder. Kare kare çizebilir miydik inanmasaydık? Ve inançsız yapılsalardı, o filmler o kadar güzel olabilir miydi? Bu illüstrasyonu nasıl kullandığımı görmek için burayı tıklayın!
ENGLISH
I made this illustration to announce that I too would be attending the demonstration before the Silivri prison compound outside Istanbul on April 8th, 2013. Be he a man, a mouse, or a bunny, an animator can never be a coward, because our animated films are about the victory of good over evil against all odds. Could we have drawn it all frame by frame if we hadn't believed? And without belief and conviction, could those films have been so beautiful? To see how I used this illustration, click here.
HARP VE SULH HAKKINDA- ABOUT WAR AND PEACE
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Yine Manajans yıllarımdan özel bir animasyon çalışması, 1983-87 arasında bir zaman! Bu sefer konum oldukça sağlamdı, ne yazık ki bu çalışma da fazla ilerleyemedi. İnsanların sık sık dile getirdikleri "barış" ve "kardeşlik" özlemlerine ilk engelin kendi hırsları ve saldırgan içgüdüleri olduğunu anlatan bu hikâyecik için çok az sahne yapabildim; en gösterişli ve uzunu da bu oldu!
O zamanlar elimin altında kolay ulaşılır bir test sistemim olmadığı için animasyonlarımı çok "flip" ağırlıklı yapıyordum. "Flip", bir elle çizerken bir yandan da kâğıtları beşer beşer diğer elin parmakları arasına alarak hızla arka arkaya indirmek ve böylece hareketi görmek, yani hareketin kendisini çizmeye çalışmaktır. (Sonradan burada arkadaşlarla bunu "çırpmak" olarak Türkçeleştirdik.) Test imkânım kısıtlı olduğu için zamanlama ve akıcılığı tamamen bu şekilde yakalamaya çalışıyordum. Çalışmanın sonunda şirketin kameramanına rica eder, animasyon stand'ına bir kamera monte ettirir, film üzerine bir test çekerdim. Eğer düzeltme gerekirse bu testler iki, hatta üç defaya çıkabilir, ama daha fazla olamazdı. Bugünkü hemen el altındaki kolay kullanılan test programları olsaydı bu sahnenin zamanlaması daha çeşnili olurdu, bu hâliyle biraz yeknesak ve uyuşuk. Yine de karakterin rehavetine uyuyor.
My years at the Manajans ad agency in Istanbul again, between 1983-87. This time I had a pretty strong concept: though people may well talk about "peace" and "brotherhood", their own covetous and aggressive instincts will be the first obstacle to the ideal! Unfortunately, I made very little headway on that project- this is the longest complete scene.
In those years I had no access to a quick, practical linetest system. I relied heavily on "flipping" for fluidity and timing. When my scene was complete I would ask a camera technician from the agency to mount a camera on the company's animation stand for me, and shoot a test on film stock. Mostly, I had to do with just one test. If I felt corrections were needed, I would make as many as three, but not more! Had the easy-to-use pencil test programs of today been available in those years, I would have had a better variation of timing in this scene; now it's a bit languid and monotonous. At least it does enforce the relaxed mood of the character.
Yine Manajans yıllarımdan özel bir animasyon çalışması, 1983-87 arasında bir zaman! Bu sefer konum oldukça sağlamdı, ne yazık ki bu çalışma da fazla ilerleyemedi. İnsanların sık sık dile getirdikleri "barış" ve "kardeşlik" özlemlerine ilk engelin kendi hırsları ve saldırgan içgüdüleri olduğunu anlatan bu hikâyecik için çok az sahne yapabildim; en gösterişli ve uzunu da bu oldu!
O zamanlar elimin altında kolay ulaşılır bir test sistemim olmadığı için animasyonlarımı çok "flip" ağırlıklı yapıyordum. "Flip", bir elle çizerken bir yandan da kâğıtları beşer beşer diğer elin parmakları arasına alarak hızla arka arkaya indirmek ve böylece hareketi görmek, yani hareketin kendisini çizmeye çalışmaktır. (Sonradan burada arkadaşlarla bunu "çırpmak" olarak Türkçeleştirdik.) Test imkânım kısıtlı olduğu için zamanlama ve akıcılığı tamamen bu şekilde yakalamaya çalışıyordum. Çalışmanın sonunda şirketin kameramanına rica eder, animasyon stand'ına bir kamera monte ettirir, film üzerine bir test çekerdim. Eğer düzeltme gerekirse bu testler iki, hatta üç defaya çıkabilir, ama daha fazla olamazdı. Bugünkü hemen el altındaki kolay kullanılan test programları olsaydı bu sahnenin zamanlaması daha çeşnili olurdu, bu hâliyle biraz yeknesak ve uyuşuk. Yine de karakterin rehavetine uyuyor.
My years at the Manajans ad agency in Istanbul again, between 1983-87. This time I had a pretty strong concept: though people may well talk about "peace" and "brotherhood", their own covetous and aggressive instincts will be the first obstacle to the ideal! Unfortunately, I made very little headway on that project- this is the longest complete scene.
In those years I had no access to a quick, practical linetest system. I relied heavily on "flipping" for fluidity and timing. When my scene was complete I would ask a camera technician from the agency to mount a camera on the company's animation stand for me, and shoot a test on film stock. Mostly, I had to do with just one test. If I felt corrections were needed, I would make as many as three, but not more! Had the easy-to-use pencil test programs of today been available in those years, I would have had a better variation of timing in this scene; now it's a bit languid and monotonous. At least it does enforce the relaxed mood of the character.
4 Nisan 2013 Perşembe
ÇÖPKEDİSİ- TRASHCAT
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Şu günlerde eski animasyonlarımı ayıklayıp düzenliyorum; bir kısmı Amiga'mın "Take 2" programında kilitli, bir kısmı kasetlerde. Onları bugünkü dijital tekniğe çevirirken görülmeye değer bulduklarımı da burada paylaşıyorum.
Aşağıda gördüğünüz çöp kutusuna atlayan kediyi 1983-87 yılları arasında çalıştığım Manajans'tayken serbest bir çalışma olarak yapmıştım. Patronum Eli Acıman ajans işlerine engel olmadığı müddetçe iş saatlerinde bu tür özel çalışmalar yapmama karşı çıkmıyor, bilâkis destekliyordu. (Bkz. "Kaktüs'ün Doğuşu" ve "Bir Ejder Hikâyesi", 21 Şubat 2012.) Aklıma bir küçük hikâye geldiği zaman storyboard'la uğraşmadan hemen bir sahnesini çizmeye başlıyordum. Bu tabii ki tamamen yanlış bir yaklaşım, ama birşeylerin hareket ettiğini görmek için o kadar sabırsızlanıyordum ki kendimi alamıyordum. Sonra aklıma yeni bir fikir gelince eskisini bırakıyordum.
Manajans'ta geçirdiğim dört senenin sonunda elimde bitmiş bir film yoktu ama yaptığım parça buçuk animasyonlar Don Bluth'un İrlanda'da açtığı stüdyoda animatör olarak iş bulmamı sağladı.
ÇÖPLÜK KEDİSİ- TRASHCAT from tahsinozgur on Vimeo.
ENGLISH
I am investing some time in rescuing my old animation work from videocassettes and my old Amiga "Take 2", and the ones that I feel worth sharing I put here on my blog.
Here is one from my years at Manajans, an ad ageny in Istanbul. I worked there from 1987 to 1989, and because I had a very understanding boss- his name was Eli Aciman- I was allowed to work on my own animation ideas between assignments, making free use of company time. (See also "The Birth of Kaktüs" and also "A Dragon Tale", February 21st 2012). I would come up with a story idea and start animating a scene from that story straight away, which is not the right way to do it but the urge to see things moving was so strong, it made me impatient! Inevitably, after a scene or two, my mind would drift to another idea and I would start animating on that!
At the end of my stint at Manajans I had no complete independent film to show for the four years there, but a demo cassette with assorted scenes that earned me my job as animator at Don Bluth's studio in Dublin. (Sullivan Bluth Studios.)
Şu günlerde eski animasyonlarımı ayıklayıp düzenliyorum; bir kısmı Amiga'mın "Take 2" programında kilitli, bir kısmı kasetlerde. Onları bugünkü dijital tekniğe çevirirken görülmeye değer bulduklarımı da burada paylaşıyorum.
Aşağıda gördüğünüz çöp kutusuna atlayan kediyi 1983-87 yılları arasında çalıştığım Manajans'tayken serbest bir çalışma olarak yapmıştım. Patronum Eli Acıman ajans işlerine engel olmadığı müddetçe iş saatlerinde bu tür özel çalışmalar yapmama karşı çıkmıyor, bilâkis destekliyordu. (Bkz. "Kaktüs'ün Doğuşu" ve "Bir Ejder Hikâyesi", 21 Şubat 2012.) Aklıma bir küçük hikâye geldiği zaman storyboard'la uğraşmadan hemen bir sahnesini çizmeye başlıyordum. Bu tabii ki tamamen yanlış bir yaklaşım, ama birşeylerin hareket ettiğini görmek için o kadar sabırsızlanıyordum ki kendimi alamıyordum. Sonra aklıma yeni bir fikir gelince eskisini bırakıyordum.
Manajans'ta geçirdiğim dört senenin sonunda elimde bitmiş bir film yoktu ama yaptığım parça buçuk animasyonlar Don Bluth'un İrlanda'da açtığı stüdyoda animatör olarak iş bulmamı sağladı.
ÇÖPLÜK KEDİSİ- TRASHCAT from tahsinozgur on Vimeo.
ENGLISH
I am investing some time in rescuing my old animation work from videocassettes and my old Amiga "Take 2", and the ones that I feel worth sharing I put here on my blog.
Here is one from my years at Manajans, an ad ageny in Istanbul. I worked there from 1987 to 1989, and because I had a very understanding boss- his name was Eli Aciman- I was allowed to work on my own animation ideas between assignments, making free use of company time. (See also "The Birth of Kaktüs" and also "A Dragon Tale", February 21st 2012). I would come up with a story idea and start animating a scene from that story straight away, which is not the right way to do it but the urge to see things moving was so strong, it made me impatient! Inevitably, after a scene or two, my mind would drift to another idea and I would start animating on that!
At the end of my stint at Manajans I had no complete independent film to show for the four years there, but a demo cassette with assorted scenes that earned me my job as animator at Don Bluth's studio in Dublin. (Sullivan Bluth Studios.)
18 Mart 2013 Pazartesi
NURİ KURTCEBE
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Ülkemizin yoğun gündeminde Nuri Kurtcebe'nin çizdiği bir karikatür yüzünden mahkemelik olup bir de ceza yemesindenn bahsetmekte çok geciktim. Kendisini şahsen tanırım; kişiliğine, açıkyürekliliğine, sanatına bağlılığına son derece saygı duymuşumdur ve duymaktayım. 11 ay 20 gün hapis cezası, ama mahkemenin bir de jesti var: cezayı 5 yıl ertelemiş, eğer bu süre içerisinde aynı "suçu" tekrar etmezse kurtuluyor. Böylelikle Kurtcebe'nin kalemini kırmak istiyorlar!
2006'da Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin Animasyon bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladığımda Nuri Kurtcebe de aynı yerde öğretim görevlisiydi. Kendisiyle tanışmış olmak bana çok şey kazandırdı, kişiliğine büyük saygı duydum. Benim gibi çizer olan, benden çok daha cesaretli bir çizer olan Nuri Hoca'ya yapılan karşısında duygularımı ifade etmekte bu kadar gecikmem affedilesi değil, biliyorum, ama artık duygu ve düşüncelerimi ifade etme ihtiyacını duyduğum o kadar çok şey var ki yetişemiyorum. Bu blog politik değildir, onun için burada Nuri Hoca'nın karikatürüne burada değinmiyorum ve kendisini buradan saygıyla selâmlamakla yetiniyorum. Bu konuda duygu ve düşüncelerim için bkz. http://tashlik.blogspot.com, "Acıtan Kalem", 16 Mart 2013.
Nuri Kurtcebe
Maltepe Üniversitesi'nde
(görüntü videokameramdan.)
At Maltepe University
(Image from my camcorder.)
ENGLISH
Turkey is a mess these days, and this blog is not the place to discuss it. But a friend and colleague who has received 11 months and 40 days for a political cartoon is! The court has softened the blow by postponing the sentence for five years; if he "behaves", he will escape the sentence. The aim is to break the artist's pencil!
Nuri Kurtcebe is a cartoonist of long standing in Turkey, a patriot, an artist with great integrity, and a truly honest human being. I know because I met him, and worked with him. When I started teaching animation at Maltepe University, Istanbul, he was already there teaching cartooning. We developed a good rapport and I gained a lot from my acquaintance with this artist who puts his conscience and convictions before everything else. It's a poor show of solidarity that I took so long to put my thoughts and feelings in writing on the subject; after all, we had heard about it on the news way back on February 1st. The truth is, there are so many things that are terribly wrong happening here now that I just can't catch up! Kurtcebe is an artist with a pencil, like I am, an artist much braver than I am, and the least I can do is to express my concern and respect. This is not a political blog, so I won't talk about his controversial cartoon here. For that, please check out: http://tashlik.blogspot.com, "A Pencil Jab that Hurt", March 16th 2013. (Photo: from my camcorder, at Maltepe University, Istanbul.)
Ülkemizin yoğun gündeminde Nuri Kurtcebe'nin çizdiği bir karikatür yüzünden mahkemelik olup bir de ceza yemesindenn bahsetmekte çok geciktim. Kendisini şahsen tanırım; kişiliğine, açıkyürekliliğine, sanatına bağlılığına son derece saygı duymuşumdur ve duymaktayım. 11 ay 20 gün hapis cezası, ama mahkemenin bir de jesti var: cezayı 5 yıl ertelemiş, eğer bu süre içerisinde aynı "suçu" tekrar etmezse kurtuluyor. Böylelikle Kurtcebe'nin kalemini kırmak istiyorlar!
2006'da Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin Animasyon bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladığımda Nuri Kurtcebe de aynı yerde öğretim görevlisiydi. Kendisiyle tanışmış olmak bana çok şey kazandırdı, kişiliğine büyük saygı duydum. Benim gibi çizer olan, benden çok daha cesaretli bir çizer olan Nuri Hoca'ya yapılan karşısında duygularımı ifade etmekte bu kadar gecikmem affedilesi değil, biliyorum, ama artık duygu ve düşüncelerimi ifade etme ihtiyacını duyduğum o kadar çok şey var ki yetişemiyorum. Bu blog politik değildir, onun için burada Nuri Hoca'nın karikatürüne burada değinmiyorum ve kendisini buradan saygıyla selâmlamakla yetiniyorum. Bu konuda duygu ve düşüncelerim için bkz. http://tashlik.blogspot.com, "Acıtan Kalem", 16 Mart 2013.
Nuri Kurtcebe
Maltepe Üniversitesi'nde
(görüntü videokameramdan.)
At Maltepe University
(Image from my camcorder.)
ENGLISH
Turkey is a mess these days, and this blog is not the place to discuss it. But a friend and colleague who has received 11 months and 40 days for a political cartoon is! The court has softened the blow by postponing the sentence for five years; if he "behaves", he will escape the sentence. The aim is to break the artist's pencil!
Nuri Kurtcebe is a cartoonist of long standing in Turkey, a patriot, an artist with great integrity, and a truly honest human being. I know because I met him, and worked with him. When I started teaching animation at Maltepe University, Istanbul, he was already there teaching cartooning. We developed a good rapport and I gained a lot from my acquaintance with this artist who puts his conscience and convictions before everything else. It's a poor show of solidarity that I took so long to put my thoughts and feelings in writing on the subject; after all, we had heard about it on the news way back on February 1st. The truth is, there are so many things that are terribly wrong happening here now that I just can't catch up! Kurtcebe is an artist with a pencil, like I am, an artist much braver than I am, and the least I can do is to express my concern and respect. This is not a political blog, so I won't talk about his controversial cartoon here. For that, please check out: http://tashlik.blogspot.com, "A Pencil Jab that Hurt", March 16th 2013. (Photo: from my camcorder, at Maltepe University, Istanbul.)
Etiketler:
SAYGI/ RESPECT,
Turkey Politics,
TÜM İÇERİK/ ALL CONTENT
TARZAN'I TANIMAK- GETTING TO KNOW TARZAN
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Sene 1996'nın sonu ya da 1997'nin başıydı, Tarzan filminin ön prodüksyon dönemi. Animatörler bu dönemi eğitimle geçiriyorlar: hayvanat bahçesi ziyaretleri, anatomi dersleri, oyunculuk dersleri, grup hâlinde tiyatroya gitmek, ve bir de tabii ki karakterlere alışmak için deneme animasyonları.
Bu animasyonlar verilen ödevler şeklinde değildi; kendi hayâl gücümüze göre sahneler planlayıp canlandırıyorduk ve sonra karakteri tasarlayan ve ondan sorumlu olan başanimatöre gösterip eleştirilerini alıyorduk. Tarzan karakteri için bu Glen Keane'di.
O sırada yaptığım Tarzan animasyonlarından birini sunuyorum. Yapmışken animasyonun içinde kamera hareketi, hatta merceğin içine ışık kırılmaları, hatta Tarzan'ı takip eden sanal kameraman yere inince sallanmasını çizecek kadar hevesli ve keyifliymişim. Tabii kendimi beğendirme isteği de var!...
TARZAN'LA TANIŞMAK- GETTING TO KNOW TARZAN from tahsinozgur on Vimeo.
ENGLISH
It was either towards the end of 1996 or early in 1997, during the pre-production of Tarzan the animators had to go through a training program to prepare themselves for the assignments to come. This included anatomy lessons, acting lessons, group trips to the theatre, and of course experimental animation to get to know the characters on which we would be working.
The experimental animation was not done through specific assignments; we would think up situations, plan the staging, animate them, and then show them to the supervising animator of the character, in the case of Tarzan himself that would be Glen Keane himself.
I am sharing with you one of my experimental Tarzan scenes from that time, with an animated moving camera, prisms of light refracted through the lens, and a camera wobble when Tarzan and the imaginary cameraman all land on the jungle floor. It shows how enthusiastic I was and how much I enjoyed doing animating it all. It goes without saying that I was also eager to impress!
Sene 1996'nın sonu ya da 1997'nin başıydı, Tarzan filminin ön prodüksyon dönemi. Animatörler bu dönemi eğitimle geçiriyorlar: hayvanat bahçesi ziyaretleri, anatomi dersleri, oyunculuk dersleri, grup hâlinde tiyatroya gitmek, ve bir de tabii ki karakterlere alışmak için deneme animasyonları.
Bu animasyonlar verilen ödevler şeklinde değildi; kendi hayâl gücümüze göre sahneler planlayıp canlandırıyorduk ve sonra karakteri tasarlayan ve ondan sorumlu olan başanimatöre gösterip eleştirilerini alıyorduk. Tarzan karakteri için bu Glen Keane'di.
O sırada yaptığım Tarzan animasyonlarından birini sunuyorum. Yapmışken animasyonun içinde kamera hareketi, hatta merceğin içine ışık kırılmaları, hatta Tarzan'ı takip eden sanal kameraman yere inince sallanmasını çizecek kadar hevesli ve keyifliymişim. Tabii kendimi beğendirme isteği de var!...
TARZAN'LA TANIŞMAK- GETTING TO KNOW TARZAN from tahsinozgur on Vimeo.
ENGLISH
It was either towards the end of 1996 or early in 1997, during the pre-production of Tarzan the animators had to go through a training program to prepare themselves for the assignments to come. This included anatomy lessons, acting lessons, group trips to the theatre, and of course experimental animation to get to know the characters on which we would be working.
The experimental animation was not done through specific assignments; we would think up situations, plan the staging, animate them, and then show them to the supervising animator of the character, in the case of Tarzan himself that would be Glen Keane himself.
I am sharing with you one of my experimental Tarzan scenes from that time, with an animated moving camera, prisms of light refracted through the lens, and a camera wobble when Tarzan and the imaginary cameraman all land on the jungle floor. It shows how enthusiastic I was and how much I enjoyed doing animating it all. It goes without saying that I was also eager to impress!
EN GÜZEL FİLM- THE BEST FILM OF ALL
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
1990'da evlendik, 1991'de animasyon test sistemi (pencil test) kurmak bahanesiyle ilk video kameramı aldım- ve bir de baktım ki yaşadıklarımızı, gezip gördüklerimizi, kısacası ortak hayatımızın en renkli anlarını kaydetmek çok güzel bir şeymiş! Şimdi Lâle'yle sık sık kahvelerimizi alıyoruz ve anılardan birini koyup seyrediyoruz; zaten artık adı "En Güzel Film" oldu aramızda!
Sesle, hareketle kaydedilmiş bir şey, bir fotoğraftan çok farklı. O günü tekrar yaşıyorsunuz, kaydettiklerinizin yanında kaydetmediklerinizi de hatırlamanıza yardımcı oluyor. Üstelik çaktırmadan da çok güzel bir eğitim oluyor; sahnelerin uzunluğu, arka arkaya gelince etkileri, açılar, kompozisyonlar, hepsini deniyorsunuz ve sonuçları görüyorsunuz. Sonradan montaj yapmaya vakit ayıramayacağımı bildiğim için son montajı daha çekerken oluşturmaya çalışıyorum, bu da beni bu konularda sürekli karar vermeye zorluyor. Üstelik oradan oraya koşarak, bir yerlere yatıp bir duvarlara tırmanarak spor da yapmış oluyorum!
ENGLISH
We were married in 1990, and in 1991 I srarted setting up my first pencil test system and bought my first camcorder for that purpose. Then I discovered what a great thing it was to record our travels, experiences, the highlights of our life together with movement and sound. Lâle and I frequently sit back with cups of coffee and relax watching this or the other chapter of our mutual life; we've already given the collection the title: "The Best Film of All"!
It's so much more than a photograph- the recorded image with motion, sound, and cutting allows you almost to relive the day; you even recall details you haven't recorded! Another plus is that it's a practical and almost unconscious education in filmmaking; you learn about how long to stay on a shot, how to compose a scene, the different angles you can choose, how the shots look in continuity, and on and on. You just try it all and see how it looks! These questions are always on my mind because, since I know I'll never have the time to edit anything afterwards, I try to do my editing right there and then while I'm shooting! It also keeps me on my toes because I keep climbing up walls and throwing myself on the ground to get the best shot I can.
1990'da evlendik, 1991'de animasyon test sistemi (pencil test) kurmak bahanesiyle ilk video kameramı aldım- ve bir de baktım ki yaşadıklarımızı, gezip gördüklerimizi, kısacası ortak hayatımızın en renkli anlarını kaydetmek çok güzel bir şeymiş! Şimdi Lâle'yle sık sık kahvelerimizi alıyoruz ve anılardan birini koyup seyrediyoruz; zaten artık adı "En Güzel Film" oldu aramızda!
Sesle, hareketle kaydedilmiş bir şey, bir fotoğraftan çok farklı. O günü tekrar yaşıyorsunuz, kaydettiklerinizin yanında kaydetmediklerinizi de hatırlamanıza yardımcı oluyor. Üstelik çaktırmadan da çok güzel bir eğitim oluyor; sahnelerin uzunluğu, arka arkaya gelince etkileri, açılar, kompozisyonlar, hepsini deniyorsunuz ve sonuçları görüyorsunuz. Sonradan montaj yapmaya vakit ayıramayacağımı bildiğim için son montajı daha çekerken oluşturmaya çalışıyorum, bu da beni bu konularda sürekli karar vermeye zorluyor. Üstelik oradan oraya koşarak, bir yerlere yatıp bir duvarlara tırmanarak spor da yapmış oluyorum!
En Güzel Film'in DVD menüsü için yaptığım ama henüz kullanmadığım illüstrasyon. Renkler için Lâle'ye danıştım.
Illustration I made for the DVD menu of The Best Film in the World, which I never got round to use. I consulted Lâle for the colors.
ENGLISH
We were married in 1990, and in 1991 I srarted setting up my first pencil test system and bought my first camcorder for that purpose. Then I discovered what a great thing it was to record our travels, experiences, the highlights of our life together with movement and sound. Lâle and I frequently sit back with cups of coffee and relax watching this or the other chapter of our mutual life; we've already given the collection the title: "The Best Film of All"!
It's so much more than a photograph- the recorded image with motion, sound, and cutting allows you almost to relive the day; you even recall details you haven't recorded! Another plus is that it's a practical and almost unconscious education in filmmaking; you learn about how long to stay on a shot, how to compose a scene, the different angles you can choose, how the shots look in continuity, and on and on. You just try it all and see how it looks! These questions are always on my mind because, since I know I'll never have the time to edit anything afterwards, I try to do my editing right there and then while I'm shooting! It also keeps me on my toes because I keep climbing up walls and throwing myself on the ground to get the best shot I can.
Etiketler:
İLLÜSTRASYON/ ILLUSTRATION,
TÜM İÇERİK/ ALL CONTENT
17 Mart 2013 Pazar
ERGENEKON
TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Paris Disney stüdyosunda çalıştığım günlerede ilk defa Mulan dan sahneler görmüştüm. Yıl 1996, Herkül filminde çalışıyorduk. Mulan Florida stüdyosunda yapılıyordu ve muntazam aralıklarla kendi testlerimizle birlikte prodüksyon hâlindeki diğer Disney uzun metraj filmlerinin de testlerini gösteriyorlardı- gaza gelelim diye!
Mulan sahneleri beni çok etkiledi, halâ da en sevdiğim Disney filmleri arasındadır. Biliyorsunuz filmin kötüleri Hunlardı, hem de pek karizmatik kötülerdi bu Hunlar. Biz Türkler de Hunları atalarımız saydığımız için iş arkadaşlarımla bir "Hun" muhabbetine girdik.
Komik bir detay: "h" harfini söyleyemeyen, son harfleri de yutan Fransızlar Hunlara "ö" diyorlardı, çoğul için de "les ö"! Neden bahsettiklerini anlayana kadar biraz geçti!
Neyse, hem muhabbeti oluyordu,hem de sık sık Mulan'dan yeni sahneler görüyordum, o ilhamla bu animasyonu yaptım- tamamen özel ve işle alâkasız! Son yıllarda biliyorsunuz ülkemizde bir "Ergenekon" muhabbetidir gidiyor; ama eski Türk destanından bahsetmiyorlar! O konuya girersek bu blog için fazla politik olacaktır; öyle konulara başka tarafta değiniyorum zaten! Ama kelimenin ağızlara sakız olması bu eski animasyonumu arayıp ortaya çıkarmama vesile oldu. Yaptığımda bu karakter bir Hun atamızdı ama pekalâ Ergenekon vadisinden çıkan bir atamız da olabilir. Paylaşıyorum!
ERGENEKON from tahsinozgur on Vimeo.
When I was working for Disney Paris- the year was 1996, the project Hercules, we used to see the "dailies" of all Disney animated features in production on a regular basis, to keep the creative juices flowing. That's when I saw scenes from Mulan for the first time; it was in production at Disney Florida then.
I was very impressed, it's still one of my favorite Disney films. The charismatic villains were the Huns, and since we Turks consider them our forefathers, I got into a lot of Hun talk with my colleagues in the studio.
The French can't produce the "h" sound, and they tend to swallow the last letter of a word, so they kept calling the Huns "les 'eu". It took me a while to catch on to what they were talking about!
All those Mulan scenes and Hun talk inspired me to animate this scene of a "Hun"; a completely private bit of animation. I have labeled it "Ergenekon", rather provocatively because it's a hot word today. "Ergenekon" is really an ancient Turkish saga, but the word has gained notoriety in Turkey recently because it has been used repeatedly within the context of a shadowy political purge process. I wont go into it because this is not a political blog; that sort of stuff I write elsewhere. It's just that the word has been done to death in the last few years, and it prompted me to fish out this old piece of animation and share it with you. An ancestor who is a Hun will also pass for an ancestor from the mythical valley of Ergenekon!
Paris Disney stüdyosunda çalıştığım günlerede ilk defa Mulan dan sahneler görmüştüm. Yıl 1996, Herkül filminde çalışıyorduk. Mulan Florida stüdyosunda yapılıyordu ve muntazam aralıklarla kendi testlerimizle birlikte prodüksyon hâlindeki diğer Disney uzun metraj filmlerinin de testlerini gösteriyorlardı- gaza gelelim diye!
Mulan sahneleri beni çok etkiledi, halâ da en sevdiğim Disney filmleri arasındadır. Biliyorsunuz filmin kötüleri Hunlardı, hem de pek karizmatik kötülerdi bu Hunlar. Biz Türkler de Hunları atalarımız saydığımız için iş arkadaşlarımla bir "Hun" muhabbetine girdik.
Komik bir detay: "h" harfini söyleyemeyen, son harfleri de yutan Fransızlar Hunlara "ö" diyorlardı, çoğul için de "les ö"! Neden bahsettiklerini anlayana kadar biraz geçti!
Neyse, hem muhabbeti oluyordu,hem de sık sık Mulan'dan yeni sahneler görüyordum, o ilhamla bu animasyonu yaptım- tamamen özel ve işle alâkasız! Son yıllarda biliyorsunuz ülkemizde bir "Ergenekon" muhabbetidir gidiyor; ama eski Türk destanından bahsetmiyorlar! O konuya girersek bu blog için fazla politik olacaktır; öyle konulara başka tarafta değiniyorum zaten! Ama kelimenin ağızlara sakız olması bu eski animasyonumu arayıp ortaya çıkarmama vesile oldu. Yaptığımda bu karakter bir Hun atamızdı ama pekalâ Ergenekon vadisinden çıkan bir atamız da olabilir. Paylaşıyorum!
ERGENEKON from tahsinozgur on Vimeo.
When I was working for Disney Paris- the year was 1996, the project Hercules, we used to see the "dailies" of all Disney animated features in production on a regular basis, to keep the creative juices flowing. That's when I saw scenes from Mulan for the first time; it was in production at Disney Florida then.
I was very impressed, it's still one of my favorite Disney films. The charismatic villains were the Huns, and since we Turks consider them our forefathers, I got into a lot of Hun talk with my colleagues in the studio.
The French can't produce the "h" sound, and they tend to swallow the last letter of a word, so they kept calling the Huns "les 'eu". It took me a while to catch on to what they were talking about!
All those Mulan scenes and Hun talk inspired me to animate this scene of a "Hun"; a completely private bit of animation. I have labeled it "Ergenekon", rather provocatively because it's a hot word today. "Ergenekon" is really an ancient Turkish saga, but the word has gained notoriety in Turkey recently because it has been used repeatedly within the context of a shadowy political purge process. I wont go into it because this is not a political blog; that sort of stuff I write elsewhere. It's just that the word has been done to death in the last few years, and it prompted me to fish out this old piece of animation and share it with you. An ancestor who is a Hun will also pass for an ancestor from the mythical valley of Ergenekon!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)