19 Aralık 2019 Perşembe

YENİYIL-2020-NEWYEAR

TÜRKÇE: (For English, please scroll down.)


İttire kaktıra 2019'un sonuna geldik, "bu sene yapamayacağım" derken yine de yapabildim bir yeni yıl resmi. Son senelerde güncel temalara değinmem beklenir oldu, oysa ben de güncel temalardan giderek kopuyorum! "Ne yapsam ne yapsam" diye düşünürken Marmaray'da akıllı telefonuna gömülmüş bir vatandaş gördüm, horoz döğüşü seyrediyordu. Aklıma ilk gelen ülkemizi çok ilgilendiren vesayet savaşları oldu- başta Suriye'deki, ama Ortradoğu onlarla dolu. Ayrıca Türkiye içinde de sağ-sol'dan tutun Türk-Kürt, Türk-Ermeni, dinci-lâik, Alevi-Sünni, CHP-AKP, kendileri konuya taraf olmayan menfaat çevrelerinin kaşıdığı birçok çatışma var. Hatta siyasilerin seçmen kitlelerini çelmek için mahalle kavgası ağzıyla atışmalarını bile buna katabiliriz- üç kuruşluk siyasi prim için milleti birbirine düşürecek son derece tehlikeli bir oyun!

Yeni yılda kışkırtmalar son bulsun diyeceğim, bulmaz. İnsanlar o kadar kolay dolduruşa gelmesinler, o yeter! 

Ayrıca bkz.: "2020- Kışkırtmasız" (Tashlık).

2020 için yeniyıl resmi. Lâle yardım edemediği için pek renk yok.
Seasonal message for newyear 2020. Lâle was away, so I avoided putting much color.

ENGLISH:

It's after a particularly hard drag that we found ourselves at the end of this year. I had all but given up on coming up with a new seasonal message. One problem was that people have come to expect something topical from me, about what's going on in our country and the region, but I am sinking into a kind of apathy in that regard. Then one day I saw a man in a suburban train carriage, watching something on his cell phone... a cockfight, of all things! That immediately reminded me of the proxy war in Syria, which has such a great effect on us. But beyond that, the whole of the Middle East is an arena for proxy wars. What's more, even within the borders of our country we have been experiencing conflicts provoked by centers of interests that have no direct connection to the issues- from left vs. right through Turkish vs. Kurdish, Turkish vs. Armenian, to fundamentalist vs. secular, Alevi vs. Sunni, CHP vs. AKP etc.. Nor should we forget the bickering of the political leaders who do not hesitate to provoke the citizens against each other, a dangerous game played for petty political gains.

I would say "put an end to provokation in the new year", but that would be unrealistic. It would be enough if people would just stop being provoked so easily.

See also: 2020- Unprovoked (Tashlık)

19 Kasım 2019 Salı

ÇİZGİ FİLM BAYRAMI- 2019- HAND-DRAWN ANIMATION DAY

TÜRKÇE (For English please scroll down.)

18 Kasım, Çizgi Film bayramı için seçtiğimiz gün. 3 boyutlu bilgisayar canlandırmasının yaygınlaşıp o güne kadar hakim olan el çiziminin silinmeye, düne kadar el üstünde tutulan usta animatörlerin kapıya konduğu günlerde önermiştik temelinde "çizgi" olan "çizgi filmi" ve bir asrı geçen birikimini onurlandırmak için. Bayram gününün 18 Kasım olmasını ben önermiştim, Miki Fare'nin ilk defa seyirciyle buluştuğu gün anısına (Steamboat Willie, 18 Kasım 1928). Bir ara önerimiz kabul görecek gibi oldu, ama sonra silindi gitti. (Bkz. "Çizgi Film Bayramı", 18 Kasım 2015.) Arkadaş çevremizde kutladığımız oldu (bkz."Çizgi Film Bayramı 2016", 22 Kasım 2016), ama o da herzaman olamadı.

Bu sene tek başıma da olsa kutlayacağım dedim, Lâle burada değil, yoksa birşeyler organize ederdi herhâlde. İlk iş Facebook'ta paylaşmak üzere bir resim hazırladım; Steamboat Willie'den bir karede fareyi silip yerine tavşanı, yani kendimi koyarak.
Steamboat Willie, 1928.
(Aslında filmden kare çok doğru değil, koleksyoncular için üretilmiş asetat ve fon; filmden gerçek bir kare almak daha düşük bir görüntü kalitesi demek olurdu.) 1928'in çizgi film dekorunun temsil ettiği nostaljik bir dünya içinde  tek başıma yoluma devam ediyor olma duygusu hoşuma gitti doğrusu- hatta gidişin okuma yönünün tersi sağdan sola olması bile duyguyu güçlendirdi benim için- geriye, eskiye doğru. Beni bu yaşımda tekrar tekrar Oyuncak Müzesi'ne çeken duyguya yakın aslında.


2019 Çizgi Film bayramı kutlama mesajı. Miki'yi silip kendimi koydum.
Kitapçı kafemde (bu sefer Penguen, Bağdat cad.) eskiz
defterime yaptığım ön çalışma daha sonra doğrudan tablet üzerine yaptığım final
İlk versyon, eskiz defterimden.
versyonundan daha güzel ve canlı olmuş aslında. Miki'ni ikonik pozuna daha yakın olsun diye uğraşırken biraz donuklaştırmışım- ama iyi tepki aldı: şu an itbarıyla 45 beğeni ve 8 paylaşımım va ki benim için yüksek. Beni en çok duygulandıran cevap Türk canlandırma dünyasında iz bırakan, popüler kültürümüze Fenerbahçe'nin Kanarya Ailesi'ni, Yapı Kredi'nin "Vadalarını", Turkcell'in kedisini,  kazandıran Ozan Kaygısız'dan geldi. Nihayet canlandırma kariyerine Manajans/Thompson'da bana yardımcı olarak başlamıştı. Facebook'da bayram mesajıma verdiği cevap şöyleydi:


"Sanırım animasyon hayatınıza en uzun şahit olma şansına erişenlerden biriyim.. Bu ülkede böyle bir bayramı gerçekleştirmenizden dolayı en içten dileklerinle kutluyorum... 80 sonlarında yaptığı işlerin pencil testlerini İngiltere’ye gönderip sonucunu 2 ay bekleyen Böyle bir Hocanın değerini hepiniz bilin istedim.. O kimseler yokken bu bayramı hep yaşattı. Şimdi sadece adını gününü koymuş.. sizi tanımak hayatımdaki en güzel şeylerden biriydi.. Çizgi film bayramımız kutlu olsun." (Aslında İngiltere değil İrlanda, oraya gidişim 1987).

Sağol Ozan!

Bayram kutlamam tam olsun diye yeni gösterime giren Klaus'u o gün görmeye karar verdim. Klaus çizerek yapılmış bir film, kâğıtla değil tabletle ama yine de çizerek, onun için bu "Çizgi" Film Bayramı için en doğal seçim. Üstad animatör Sergio Pablos Disney'den ayrılıp ülkesi İspanya'da bir uzun metraj çizgi film- el çizimi bir film- yapmayı amaçlamıştı, Klaus ile bunu nihayet başardı. Kendinden beklenen kaliteli canlandırmadan ödün vermemiş, ayrıca gölge ve ışık katmanlarıyla çizimlere çarpıcı bir şekilde boyut kazandırarak 3 buyutlu bilgisayar grafiğiyle de rekabete girmişti.

Benim için bir diğer önemi, filmde çalışmak için davet almış olmam- Sergio Pablos'un kendinden. 90 üstü annemi uzun vadeli bırakıp İspanya'ya taşınamayacağımdan kabul edemedim, ama genç arkadaşım yetenekli animatör Tuğrul Tiryaki başardı- ben de teşvik ettim doğrusu. Onun da katkısının olması beni ayrıca gururlandırıyor.

Film Netflix yapımı, ve sadece abonelerin ulaşabildiği bu internet kanalı dışında filmi görme şansı yok. Belki DVD'si çıkar desek onlar da piyasadan kalktı, en azından bu ülkede! Onun için bazı Facebook arkadaşlarımın önerisine uyarak 30 günlük deneme süresiyle abone oldum ve bayramda seyrettim. Başı ukalaca ve duygusuz gelmekle birlikte bir noktadan sonra üç ayrı yerinde ağlatarak iyi canlandırma film için en önde gelen kriterlerimen birini yerine getirdi.

 Bu çizgi Film bayramında yeni üretilmiş gerçek bir çizgi film seyredebiliyorum: Klaus.

Arkasından hazır Netflix var diyerekten yine çizgi ile yapılan ve bildiğimiz çizgifilmin bütün canlılığını aksettiren "Yeşil Yumurta ve Salam" (Green Eggs and Ham) dizisinden bir
"Yeşil Yumurta ve Salam" (Green Eggs and Ham).
miktar seyrettim. Onda da bir diğer yetenekli genç arkadaşım Yağızhan Mısırlı çalışmıştı, hem de evden beri. Bu seneki "Çizgi Film Bayramım" bir parti havasında geçmediyse de benim için mutluluk verici, tatmin edici bir gün oldu.





Bu arada hem Tuğrul, hem Yağızhan halihazırdaki özel film çalışmama yardım ettiler, hele Yağızhan'ın çok emeği geçti, ve hâla geçiyor.



ENGLISH:

November 18th, the day we chose for Hand-Drawn Animation Day! We proposed such a commemorative day in the years when CG was invading the animation world, threatening to reduce hand-drawn animation, the most established technique, to obsolescence. Animators so recently elevated to the status of heroes were suddenly finding themselves unemployed. We thought it necessary to honor the century-long heritage of the hand-drawn animated film, and I was the one to propose November 18th, anniversary of the day Mickey Mouse first met his audience (Steamboat Willie was released on November 18th 1928). For a while, it seemed the idea would click, but it didn't last. (See: "Hand-Drawn Animation Day" 18 Kasım-November 2015.) We celebrated among friends when we could (see: "Hand-Drawn Animation Day 2016", 22 Kasım-November 2016) but we couldn't do it consistently.

This year I said I would celebrate alone if I have to. Lâle isn't here, otherwise she probably would have motivated our friends. I started out by making a commemorative image for Facebook: I took a frame from Steamboat Willie (admittedly a cel setup for collectors rather than a real image from the film-
Steamboat Willie, 1928.
better resolution), erased the mouse and replaced him with the rabbit- Yours Truly of course! The feeling of continuing my way alone in a nostalgic world represented by the 1928 cartoon background appealed to me. The motion of the boat to the left, opposite to the direction of writing, also seemed fitting: backwards, into the past. At my age, a similar sentiment draws me to the toy museum again and again.
Hand-Drawn Animation Day message. I erased Mickey and put myself in.

In retrospect, the first sketch I made in the bookshop cafe (Penguen on Bağdat Cad.) looks better and livelier to me than the final one I did on tablet. It seems something
First version, from the sketchbook.
got lost while attempting to reproduce Mickey's iconic pose- but I had good response: 45 likes and 8 shares, a high score for me. The most touching comment was by Ozan Kaygısız, a friend who started his career in animation while helping me back in my days at the ad agency (Manajans/Thompson) and moved on to enrich our popular culture with Fenerbahçe's canary family, Yapı Kredi's "Vadas", and Turkcell's cat. The following is his comment in response to my Hand-Drawn Animation Day message:

"I think I am one of the very few who have had the good fortune to follow your career for the longest time... I sincerely felicitate you for realizing such a celebration in this country. I wanted all of you to appreciate the value of such a teacher who, in the late 80's, sent his work to England and waited 2 months for a reply. He kept this celebration alive when there was no one else. Now he just gave it a name and a date... Meeting you has been one of the most wonderful things in my life. Happy hand-drawn animation day." (Actually, it wasn't England but Ireland, where I went in 1987.)

Thank you, Ozan!

To make my celebration complete, I decided to watch the newly released Klaus on that day. Klaus is a hand-drawn film, albeit on tablet rather than paper. After leaving Disney, master animator Sergio Pablos returned to his native Spain where he hoped to create a hand-drawn feature. With Klaus, he finally made this a reality. He never compromised on the quality that we have come to expect from him, and plussed his animation with layers of effects that give dimension to the characters to rival the full roundedness of CG.

Another thing that makes this film special for me is that I was actually invited to work on it- by Sergio Pablos personally! My mother is over 90, and it was unthinkable that I leave her for such a long stretch of time, but my young friend and gifted animator Tuğrul Tiryaki made it- and I did encourage him to try! It excites me to know he too has contributed.

The film was produced by Netflix, a members-only Internet channel, so it won't be shown in theatres. Hoping for a DVD is pointless since they have all vanished from the shelves, at least in this country! So I followed the advice of some Facebook friends and went for 30 day free trial subscription and watched the film. The early sequences seemed smart-alecky and cold but after a point it made me cry, in three distinct sequences, therefore fulfilling my most important criterion for a good animated film.


This Hand-Drawn Animation Day I get to watch a newly released hand-drawn
animated feature.

I topped off the feast with some Green Eggs and Ham- I already had access to Netflix so why not? The series is also
Green Eggs and Ham.
hand drawn and has all the vivacity we associate with the genre. Another talented friend, Yağızhan Mısırlı, has worked on it from home. This year's Hand Drawn Animation Day wasn't a festive party, but was a pleasantly satisfying day for me nevertheless.


As it happens both Tuğrul and Yağızhan have given me a hand with my present personal film, especially Yağızhan who is still putting in much effort.

11 Kasım 2019 Pazartesi

BOĞA TV

TÜRKÇE: (For English, please scroll down.)

Kadıköy'ün boğasını oldum olası Kadıköy'e yakıştırırım. Kadıköy özgür nefes alabildiğimi hissettiğim bir yerdir ve bana göre Kadıköy'lünün baskıya baş eğmezliğinin en güzel sembolü, bu boğamızdır.

Fransız heykeltraş Isidore Bonheur'ün bu heykeli Türkiye'ye nasıl geldi? Bir deyişe göre 1917'de İstanbul'u ziyaret eden Kaiser Wilhelm II'nin hediyesidir. Fransız'ın heykelinin Almanların elinde olması da 1871'de Almanların Fransayı ezip geçtiği savaşa dayandırılıyor. Diğer bir deyiş ise Sultan Abdülaziz'in 1867'de yaptığı büyük (ve bir Osmanlı sultanı için ilk) yurtdışı gezisinden sonra Fransa'dan getirttiği hayvan heykellerinden biri olduğu yönündedir. (Boğamızla takım olan bir de diklenen boğa heykeli vardır ki hâlen Beylerbeyi sarayının bahçesindedir.) Gerçek ne olursa olsun, boğamız artık Kadıköylüdür, bizdendir!

5 Ağustos 2013; Ergenekon hükümlerinin açıklanacağı gün, protestocular boğaya yaklaşıyor.
O gün daha neler neler oldu.
(Görüntü kendi objektifimden.)

Vatan Partisi Kadıköy İlçe Başkanlığı benden yeni internet kanalları Boğa TV için "sevimli bir boğa" tasarımı isteyince hevesle koyuldum işe. İlk teşebbüslerim Lâle'nin eleştirilerinden sonra çöpe gitti, neyse ki ona beğendirebildiğim tasarımı Vatan Partisi'ndekiler de beğendi. Kuruboya kullanarak iki adet renkli yaptık -renkleri Lâle seçti. Önce beğenildi, ama sonra dijital ren yaptklendirme istediler. Onu da yapınca beğendilerse de gömlek ve pantolon renklerini değiş tokuş ederek denememi istediler. Onu da yaptım ama görünce bir önceki hâline döndürdüler. 

Neticede beğenildi! Boğa TV şimdi internette. Gömlek ve pantolon renkleri bambaşka, pozunda da değişiklik var (bkz. en alttaki resim)- ama memnunlar ki kullandılar, önemli olan da bu!

Bu boğayı beğendiler.
They liked this bull.

Kuruboya ile renklendirme. Renkleri Lâle seçti.
In color, using colored pencils. Lâle selected the colors.

İstek üzerine dijital renklendirme. Küçük resimde alternatif gömlek ve pantolon renkleri.
Digital coloring on request. Insert shows alternative colors for shirt and trowsers.


Sonunda böyle yaptılar.
This is how he ended up.

ENGLISH:

I always found Kadıköy's bull very apt for that quarter of Istanbul. Kadıköy is a place where I feel I breathe freer, and I feel our bull is a good metaphor for the neighbourhood's irrepressible spirit.

How did a bull sculpted by French sculptor Isodore Bonheur end up all the way here in Turkey? Some sources say it was a gift of Kaiser Wilhelm II, brought over during his state visit here in 1917. The Germans, in turn, are supposed to have got it when they defeated France in the Franco-Prussian war in 1871. Others link it to the state visit of Sultan Abdulaziz to France in 1867 (the first such visit abroad by any Turkish sultan), after which he imported a number of such sculpted animals. (Indeed, Kadıköy's bull has a pendant, with head up, in the garden of the Beylerbey palace on the Bosphorus.) Whatever the truth, the bull is a resident of Kadıköy, and is one of us.


August 5th 2013, the day the verdicts of the infamous Ergenekon trials were to be passed out. Protesters are approaching Kadıköy's bull. A lot will happen before that day is done.
(Image from my own camera.)

When the district office of the Vatan Party called to ask for an appealing bull character for their new Internet video channel, I applied myself with enthusiasm. My first attempts fell victim to Lâle's sharp criticism, fortunately the design she eventually liked was received very favourably by the Party as well. We rendered two poses in color with colored pencils- Lâle selected the colors. The Party people liked them at first, but then asked for digital coloring. When I did that, they liked them again, but asked me to try a version with the colors of the shirt and trowsers switched. When I did that they decided to go back to the earlier one.

So they were satisfied and now the bull is on the internet. They've changed the colors of the shirt and trowsers completely, and even the pose (see bottom image, above) Well, they're happy with it that's the main thing!

10 Eylül 2019 Salı

RICHARD WILLIAMS

TÜRKÇE (For English please scroll down.)


Canlandırma dünyası başından beri bir yanda büyük prodüksyonlarda çalışan profesyoneller, diğer yanda kendi uslupları, konuları, hatta kum, ıslak boya gibi kendi malzemeleriyle kendi yönlerini çizen bağımsızlar olmak üzere ikiye bölünmüştür. İlk gruptakiler ustalaşmış elleri ve teknik bilgileri ile gururlanırken ikincisindekiler kendilerini daha yaratıcı varsayagelmişlerdir. Birbirlerine karşı duyguları küçümsemeden gıpta etmeye kadar uzanır.

Kendilerine hem bağımsızlar, hem profesyoneller dünyasında yer bulabilen animatörlerin sayısı son derece az; iki dünyada da ağırlığı olan tek bir isim aklıma geliyor: Richard Williams!


Richard Williams en parlak gününde zaferininin mutluluğunu arkadaşıyla paylaşıyor; elinde1989'da "Masum Sanık Roger Rabbit" (Who Framed Roger Rabbit) ile
kazandığı Akademi Ödülü ("Oscar").

Kanada doğumlu Richard Williams'ın canlandırma sahasına girişi değişik bir açıdan oldu. Gerçi daha 14 yaşındayken
Richard Williams daha 14 yaşında Disney
stüdyosunda konuk; yıl 1947.
Disney stüdyosunu ziyaret imtiyazı kazanacak kadar ilgi ve yetenek göstermişti. Sonradan ilgisi sönecek, yüzünü güzel sanatlara dönerek illüstrasyona ve yağlı boyaya yönelecek, dinlenmek için de caz çalacaktı. 50'li yıllarda Londra'ya taşınan Williams, tekrar canlandırmaya döndü, ama Disney tarzından olabildiğince uzak, daha ziyade UPA filmlerini anımsatan grafik bir yaklaşım geliştirdi. İlerleyen yıllarda Disney filmlerini bir anlamda yeniden keşfetti, saygıyı hakkettiklerini anladı, ama Disney kurallarını hiçbir zaman sorgusuz kabullenmedi.


Yıllar geçtikçe Richard Williams stüdyosu şaşırtıcı bir çeşitlilik gösteren usluplarda reklâm filmleri, uzun metrajlar için jenerikler ve anime sekanslar üretti ki bunlara iki Pembe Panter sinema filminin jenerikleri de dahildir. ("Pembe Panter'in Dönüşü"- The Return of the Pink Panther, 1975, ve "Pembe Panter'in İntikamı"- The Pink Panther Strikes Again, 1976. Pembe Panter karakteri ise DePathie- Freleng stüdyosu tarafından serinin ilki olan1963 yapımı Pembe Panter filmi için yaratılmıştı.) Charles Dickens'in "Bir Noel Şarkısı" hikâyesinini tutukça bir canlandırmayla uyarladı (A Christmas Carol, 1971); bu film ona 1972'de ilk Akademi Ödülü'nü ("Oscar") kazandırdı; filmde öykünün geçtiği dönemin gazete illüstrasyolarını andıran bir tarz kullanılmıştı ki bu da başarıya katkı sağlamıştır şüphesiz.

Richard Williams 60'lı yılların ortalarında sufizme ilgi duydu ve sufi filozof/yazar İdris Şah ile görüşmeye başladı. Zaten stüdyonun işletmecisi Ömer Ali Şah, İdris Şah'ın ağabeyiydi.

Hindistan doğumlu, Afgan asillerinin soyundan geldiğini söyleyen İdris Şah İngitere'de yerleşmişti. Richard Williams, İdris Şah'ın Nasrudin kitaplarını resimledi. Buradan bir film fikri çıktı.

Sonra İdris Şah ve ailesiyle Richard Williams'in araları bozuldu. Williams işletmeci Ömer Ali'nin stüdyodan para sızdırdığını iddia ederken İdris Nasrudin projesinin kârının %50sini istemiş, kızkardeşi ise yaptığı tercümelere dayanarak Nasrudin karakterinin telif hakkını talep etmiş. (Bkz.: "Pulling a Rabbit out of a Hat/ Richard Williams Animation- The-Thief-and the Cobbler" Yolları ayrılınca İdris Şah Williams'dan Nasrudin karakterini ve ismini kullanma hakkını esirgedi- oysa prodüksyon başlamış, ilerlemişti!

Şaşırtıcı şey şu: bu "Nasrudin" dedikleri bizim Nasreddin hocamızdan başka birisi değil; Türk lokumu, Türk kahvesi, Türk halısı kadar bizden sayarız. Herhangi birisinin Nasreddin Hoca için telif hakkı iddia etmesini aklımız almaz. Ama alın işte, Richard Williams kendini köşeye sıkışmış bulmuş, sıkıştığına inandırılmış.


Solda: Richard Williams'ın resimlediği İdris Şah'ın Nasrudin kitabı. Sağ üstte: Nasreddin Hoca'nın Akşehir'deki mezarı. Alt sağda: Türk televizyonunda çocuklar için Nasreddin Hoca dizisi. (Kendi stüdyolarımızdan Siyah Martı tarafından yapılmıştır.)

Richard Williams'ın bu telif hakkı iddialarına pabuç bırakması
1906-1930 yılları arasında yayınlanmış
Azeri mizah dergisi.
bizim için anlaşılır gibi değil. Biz Türkler sahipleniriz, mezarını anıt yaparız, ama Nasreddin Hoca öyküleri çok daha geniş bir coğrafyada tanınır ve dolayısıyla kamuya mâlolmuştur. 


Neticede Nasrudin karakterini ve ismini kullanmaya hakkı olmadığına ikna olan Richard Williams, hırsız karakterini tutabildi, ve film için o güne kadar yapılmış çalışmaların olabildiğince büyük bir kısmını kurtaracak şekilde farklı bir öykü anlatmaya karar verdi. Nasrudin oldu "Hırsız ve Kunduracı" (The Thief and the Cobbler).

Williams artık bir obsesyona dönüşen film üzerinde çeyrek
Bernd Göbel'in
Hodscha Nasreddin
çeşmesi heykeli,
Halle-Neustadt,
Almanya.
yüzyıl çalıştı. Stüdyonun diğer işlerinden edindiği kârları projesine akıttı, Art Babbitt, Grim Natwick ve Ken Harris gibi önemli isimleri emeklilikten alarak stüdyosuna getirtti, hem çalıştırdı, hem de çalışanlarını eğitmelerini sağladı. Film için üretilen ve çizerek yaratılan karmaşık ve şaşırtıcı kamera hareketleri, kendi projelerine animasyon yönetmeni arayan Steven Spielberg ve Robert Zemeckis'i ikna etti;
"Masum Sanık Roger Rabbit" (Who Framed Roger Rabbit), reel çekim ve çizgi canlandırmanın kusursuz uyumunu gerektirecekti ve bunun icabı olan teknik ve mekanik çözümlemeleri ancak bir Richard Williams kotarabilirdi. Williams bir anlamda başladığı noktaya dönmüştü, zira prodüksyon süresince stüdyosu Disney UK'ye dönüştürüldü. Roger Rabbit 1988'de gösterime girdi ve 1989'da Richard Williams'a animasyon yönetmeni olarak özel bir Akademi Ödülü ("Oscar") kazandırdı. Williams filmin üstün başarısına dayanarak eski Nasrudin, yeni "Hırsız ve Kunduracı"'yı bitirmek için yatırım almayı başardı. (Aslında filmin adı defalarca değişti, gitti geldi!) Warner Brothers ile yapılan mukavele filmin iki senede bitmesini öngörüyordu, efsane filmin nihayet seyirci karşısına çıkması garantilenmişti. Stüdyoya ben o tarihte katıldım (1990), şansıma inanamıyordum. Ve yeni evliydim. Aynı günlerde vatandaşım Şahin Ersöz de ekibe girdi. Herşeyin harika olması gerekiyordu.

Derken gördüm ki Richard Williams'ın en büyük düşmanı kendisiymiş. "Bağımsız animatör" ruhu baskın çıkıyor, topladığı yetenekli işgücüne rağmen adeta filmini paylaşmak istemiyor, neredeyse kıskanıyordu. Sahneler bir türlü geçmiyor, düzeltimlere takılıyor, ilaveler ve uzatmalar yapılıyor, hiç birşey olmasa tek kareye dönüştürmek için araresimler isteniyordu! Önceleri kaliteden ödün vermemek saydığımız bu müşkülpesent tutum, evladını özgür bırakamayan bir babanın aşırı sahiplenme içgüdüsüne benzemeye başlamıştı!

Ben Williams'ın yönetmenliğine olabildiğince uyarak kendi yaratıcı çözümlerimi getirmeye çalışıyordum, ve neyse ki bunlar kabul görüyordu. Williams'ın yaklaşımı Şahin'e ters geldi ve bunu bir "meydan okuma" saydı: Williams'dan daha Williams olacak, onun tarzında, ona bile parmak ısırtacak bir sahne yapacaktı. Verilen bir sahnede vezir Zig-Zag, tekgözlerin şefinin çadırına girecekti ve storyboard'da bu çok basit ifade edilmişti. Şahin, uzun, karmaşık, tamamen el çizimi bir kamera hareketi içeren bir yorum yaptı ve bitirene kadar Williams'ın gözünden kaçırmayı başardı. Tekgözlerin şefinin gözbebeğindeki akisten ağır ağır uzaklaşarak kalabalık çadırı katettiğimiz bu sahne, bugün filmin tanınmış sahnelerindendir.

Şahin'in uzun bir kamera hareketi içeren 26 saniyenin biraz üzerineki mega sahnesi!
Sahne Zig-Zag'ın gözlerine yakın çekimle başlıyor görünse de aslında baş kısmında herşey tekgözlerin şefinin gözbebeğinden aksetmektedir.
Geri dönüp bakınca Richard Williams'ı ekibini mutlak zafere götüren bir liderden ziyade çalışkanlığı ve kendini adamasıyla ilham veren bir işkolik olarak görüyorum. Varsın kusursuz ama yarım kalmış olsun, yeter ki bitmiş ama kusurlu olmasın! Klasik canlandırmanın kurallarını araştırır, öğretir, ama sık sık da eleştirip dışlarına çıkardı. Bir yandan özgür ifadenin savucusuydu, bir yandan da despotluğa varan bir yönetmenliği vardı, çalışanlarından bütün zamanlarını vermelerini ister, kendi şartlarına, kendi vizyonuna tam uyum ve sadakat beklerdi. "Hırsız" evliliğimin ilk yılına koyu bir gölge düşürdü, ama oradan çokyönlü, özgüvenli bir animatör olarak ayrıldım. (Bkz.: "Hırsız ve Kunduracı", 18 Eylül 2012, and "Sürünen Haberci", 21 Aralık 2012.)

Mukavele süresi dolunca film Richard Williams'dan alındı ve
Richard Williams'ın kitabı
tarif edilmez kötü bir şekilde bitirildi! Ben Arabian Knight adıyla bir versyon gördüm (Arap Şövalye ve Binbir Gece Masalı fikirlerini karıştıran bir kelime oyunu.), o kadar tatsız tuzsuzdu ki unutun gitsin! Williams sonradan seminerler verdi, bir de kitap yazdı (Animator's Survival Kit, "Animatörün Hayatta Kalma Takımı")
ve arkasından yeni bir imkânsız projeye atıldı: Lysistrata. Bunun sadece girişini tamamlayabildi.

Richard Williams 16 Ağustos 2019'da aramızdan ayrıldı.

Bitmemiş!


ENGLISH

In the world of animation, there has been a long standing division between professionals working for big productions and independents, "auteurs" pursuing their own styles and themes, even coming up with their own media like sand or wet paint! The former take pride in their polished skills whereas the latter see themselves as more creative, each group eyeing the other with feelings that range from disdain to envy.

There are very few who have been able to function both as an "auteur" and an animator for large budget productions, and I can think of only one name that has straddled both worlds completely: Richard Williams.

Richard Williams sharing his finest moment with his friend, sporting the Academy Award
("Oscar") he won for Who Framed Roger Rabbit in 1989.

Canada-born Richard Williams came into animation rather obliquely, even though his early interest in and talent for animation
14 year old Williams as guest at the
Disney Studio, 1947.
had earned him a visit to the Disney studio at the age of 14. He later lost interest, his focus turning to "high art". He painted and illustrated, and played jazz. Moving to London in the 50's, he embarked on a carreer in animation developing a distinctly  graphic-oriented style that was as far removed from the Disney look and feel as could be expected, more in line with the UPA approach. In later years he developed a renewed appreciation for the achievements of the Disney studio and he started going for fuller animation, albeit without ever accepting Disney's rules at face value.

Over the years Richard Williams Animation produced a wealth of animated commercials in an extraordinarily wide variety of styles. The studio also contributed titles and animated inserts for feature films, including two of the Pink Panther series. (The Return of the Pink Panther, 1975, and The Pink Panther Strikes Again, 1976. The character itself  was originally created by De Pathie-Freleng for the 1963 film, simply titled The Pink Panther.) A rather stiffly animated version of Charles Dickens' A Christmas Carol (1971) earned Williams his first Academy Award in 1972, thanks no doubt to the originality of its style which was reminiscent of period newspaper illustrations.

In the mid 60's Richard Williams became interested in Sufism and came in contact with Sufi philosopher/ author Idries Shah through his brother, Omar Ali, who was the first business manager of the studio. 

Born in India and claiming descent from Afghan nobles, Idries grew up and lived in the UK. Williams provided illustration for his Nasrudin books, which evolved into a film idea. 

Then came a falling out with Omar Ali, Idries and even Idries' sister. Williams claimed Omar Ali was stealing from the studio, Idries demanded %50 of the profits while his sister claimed ownership of the Nasrudin character- apparently because of some translation she had made. (See: "Pulling a Rabbit out of a Hat/ Richard Williams Animation- The-Thief-and the Cobbler") When their ways parted, Idries Shah denied Williams the right to use the Nasrudin character- even the name- and this, well into production!

The amazing thing is: we in Turkey consider Nasrudin- or Nasreddin as we spell it- to be our own, as indigenous as Turkish Delight, Turkish coffee, and Turkish carpets. The idea that anybody could claim copyright seems absurd. But there you are, and there was Richard Williams, believing himself cornered!

Left: Idries Shah's Nasrudin, as illustrated by Richard Williams, top right, Nasreddin's tomb in Akşehir, Turkey, bottom right: Nasreddin TV series for children on Turkish TV. (By a local studio, Siyah Martı Animation.)
It seems mystifying to me that Richard Williams would be
Satirical periodical from Azerbaijan,
published 1906-1930.
unable to challenge Idries Shah's claim to the Nasrudin stories- we Turks may claim him as our own, with tomb and all, but the stories are known in a very wide geography and as such lie clearly in the pubic domain. Still, Williams was persuaded that he could not legally use Nasrudin- but he managed to keep hold of another character: the thief. So he decided to tell a different story, saving what he could of the work that was already done. Nasrudin became The Thief and the Cobbler.


Sculpture surmounting
the Hodscha Nasreddin
fountain, by Bernd Göbel
in Halle-Neustadt,
Germany.
,

Williams worked obsessively on the film for a quarter of a century, investing profits from his studio's other work, pulling great names like Art Babbitt, Grim Natwick and Ken Harris out of retirement to work with him as well as train his staff. The wild, highly involved animated camera moves of the finished sections persuaded Spielberg and Zemeckis that he could handle the complicated mechanics in bringing animation and live action together in their own new project, Who Framed Roger Rabbit. Coming full circle, Williams found himself working for Disney- his studio morphed into "Disney UK" for the duration of the production. The film was released in 1988, bringing Williams an Academy Award for special achievement as the animation director. He used the resounding success of the film to bring in investment for The Thief and the Cobbler, the erstwhile Nasruddin. (One of many name changes in fact!) A two year contract with Warner Brothers seemed to guarantee the completion of this legendary film, and that's when I was hired (1990), freshly wed, amazed at my luck. My compatriot and friend Şahin Ersöz was hired at the same time. It should have been great.

Then we saw Richard Williams was his own worst enemy. Ever the "auteur", he seemed unwilling to share the work, even with all the talent he had brought together- he was almost jealous. Scenes would just not pass, kept getting stuck with revisions, improvements, extensions, and when all was done, the addition of inbetweens to make them on 1's! What we thought was perfectionism turned out to be more like paternalism, a reluctance to let go of one's baby.

I followed Richard Williams' instructions as faithfully as I could, adding my own creative solutions, which I'm glad to say he liked. Şahin was put off, took it as a challenge, and deciding to out-Williams Williams, embarked on an intricate, involved interpretation of the scene of Zig-Zag's entry into the chief one-eye's tent that could not fail to impress him. Şahin went far beyond the storyboard, and avoidied showing anything until he was done. Today that scene- the long truck-out from the reflection in the chief one-eye's pupil- is one of the film's classics.

Şahin's mega scene, a long all hand animated pull out, just over 26 seconds long!
Though it seems to start with a close-up on Zig-Zag's eyes, it all turns out to be a reflection in the chief one-eye's single pupil.
In retrospect, I see Richard Williams as a workaholic who inspired with his tireless dedication rather than a leader who led his crew unfailingly to victory. Better perfect yet incomplete than complete but with faults. He studied the rules of classical animation, learned and taught, but just as often criticized and ignored them. He was a champion of free expression, but also a domineering director who demanded extra hours and total dedication to his own vision, on his own terms. The Thief cast a heavy shadow over my first year of married life, but I emerged a much more versatile, confident animator. (See also: "The Thief and the Cobbler", 18 September-Eylül 2012, and "The Crawling Messenger", 21 December- Aralık 2012.)


Richard Williams' book.
When the contract ran out, The Thief was taken from Williams and completed in an abominable fashion by the producers. I saw one version called Arabian Knight- the less said about it the better. Williams went on to give seminars, wrote a book (The Animator's Survival Kit) and embarked upon another impossible project- Lysistrata, of which only the prologue is finished.

Richard Williams passed away on August 16th, 2019.

Incomplete!  

25 Şubat 2019 Pazartesi

2x2

TÜRKÇE: (For English please scroll down.)

Özel günler için yakınlarıma resim yapmak geleneğim var, bunları da normalde burada yayınlamıyorum. Ama ikizlerin, "torunlarımın" ikinci doğum günü başka türlü özel. (Bkz. "Bir Yıldır Dede", 25 Şubat 2018).

Canları sıkıldıkça üst kata, bize çıkıp You Tube'dan birşeyler göstermemi isterlerdi, ben de müzik ve dans ağırlıklı clipler gösterir, Lâle de onları kucağına alıp dansederdi.

Derken bunlar Kadıköy'de tramvay görmüşler.

Özellikle ağlamaklı bir günlerinde Lâle "tren açmamı" önerdi. O gün bugündür iptilâ hâlinde tren videoklipleri seyrediyorlar. Gerçi "tren" ve "trambay" arasındaki benzerlik ve farklar
konusunda anlaşamıyorlar ama buharlarını salarak ya da karları saçarak geçen trenleri bu kadar istekle seyretmeleri tren meraklısı "dedelerini" ancak sevindirir.

Tam dedelerine çekmişler!

2zler You Tube'dan çuf çuf seyrederken (görüntü kendi objektifimden) ve Bolu'da emekli bir demir atın üstünde
(görüntü anneleri Zeynep'ten).
The twins watching chugging steam engines on You Tube (image from my own camera) and on a retired 
ion horse in Bolu (image from Zeynep's camera.).

2'nci doğum günü resmi- Drawing for their 2nd birthday.

ENGLISH:

I regularly make drawings for friends and relations when the occasion demands it, and don't go around sharing all of them. But the second birthday of the twins, my "grandkids", is something extra special. (See "Grandpa for a Whole Year", 25 Şubat- February 2018). 

Every time they got bored, the twins would climb upstairs to our apartment and demand I show them something from You Tube. I would show them clips with music and dance and Lâle would pick them up and dance with them.

One day they saw streetcars trumbling by. 

One day, when they were blubbering a lot, Lâle suggested I show them videoclips of trains. That got them; they were hooked and they still are. They can't agree on the differences and similarities of "trains" and "streetcars", but I find nothing to complain in their fascination for locomotives spewing smoke or plowing through packs of snow.

Like grandpa, like grandkids!