TÜRKÇE (For English please scroll down.)
Yaşlı adam canlandırma çalışmamı paylaştığım 28 Nisan tarihli son blog'umda yine yaşlı bir adam olan babamdan bahsetmiştim. (Bkz: "Yaşlı Adam", 28 Nisan 2014.)Ondan sadece iki hafta sonra 11 Nisan gecesi ambulansla acile kaldırdık, bir daha evine dönemedi.
Refakatçilerin kalmasını isteyen, ama refakatçiler için ne sandaye, ne tabure bulunduran İstanbul GATA'nın acil servisinde o gece yanındaydım. İki tane ikişer basamaklı küçük, taşınabilir merdiven vardı, onlardan birini kaptım ve herdaim yanımda, çantamda olan eskiz defterimi karalayarak oyalanmaya çalıştım. Babama serum veriyorlardı ve uyuyup uyuyup uyanıyordu. Doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar gelip çizdiklerime baktılar, defteri karıştırdılar. Bir ara uyanan babam bana "neye bakıyorlar?" diye sordu. "Oğlunun resimlerine bakıyorlar baba" diye cevap verdim, o saatten sonra hâla etkileyip takdirini kazanmak ümidiyle. Ben dürtmedikçe kendisi hiç bakmazdı eskiz defterlerime, hep yanında çizdiğim hâlde! Sabah bana sordu: "senin oğlun mu var?" "Yok baba" dedim şaşırarak, "Neden sordun?" "'Oğlumun resimlerine bakıyorlar' dedin ya!" Ona vermeyi beceremediğim şey için halâ bir ümit besliyormuş. "Baba", dedim, "onlar senin oğlunun resimlerine bakıyorlardı" dedim, defteri göstererek.
O sabah, 12 Nisan, hastaneye alındı ve özel odaya kaldırıldı. 94 yaşını süren babamın refakatçısı 91 yaşındaki annem oldu ve bu konuda israrlıydı. Gençler aşkı düşünürken mehtapta elele dolaşmayı ya da Kapri'de tatili düşledikleri kadar ileri yaşta bir hastane odasında eşinin terini silmeyi, kaşıkla yemeğini yedirmeyi, başkasına bırakıp gidememeyi de gözönüne getirmeli! Aşkın israrlı gücünü ben orada gördüm. Babam 16 Nisan'da yoğun bakıma alınınca hastaneden ayrılarak evine dönmek anneme çok zor geldi. Ben babamı her gün ziyaret ettim, ama o ziyaretler 14:00-16:00 arasında birkaç dakika cam arkasından bakmaktan ibaretti. Onda da bazen uyuyordu, bazen ayıktı. 23 Nisan'da beni gördü, el salladım, karşılık verdi- ama kime el salladığını ancak görevli söyleyince anladı, ve yüzüne bir hayret ifadesi geldi. (Beklemiyor muydun baba? Yoksa sadece sevinç miydi?) O gün durumu iyiye gidiyor gibi gözüktüğü için ümitlendim ama o el sallama, o son göz teması bir 23 Nisan hediyesinden ibaretmiş- çocuk bayramında, babadan çocuğuna. Bir daha uyanık görmedim. 1 Mayıs'ta, pırıl pırıl bir bahar gününün sabahında, masmavi gökyüzüyle uçuşa çok uygun bir günde pilot babam uçtu gitti. (Bkz: Tashlik, Eski Askerler.)
Babam emekli Hava Pilot Orgeneral ve emekli büyükelçi Nahit Özgür ve eşi, annem Fahrünnisa Özgür.
My father, retired Air Force Pilot Full-General and Ambassador Nahit Özgür and his wife, my mother Fahrünnisa Özgür.
Babam Türk Hava Kuvvetleri'ne yeni katılacak T-38'leri tanımak için Amerika'ya gitmişti. İki kişilik uçakta pilotajı kendisi yapmamış olmakla birlikte bana ithaf ettiği bu fotoğrafı çok severim. Maxwell Hava Üssü, Alabama, 1963.
My father was among those sent to the US to witness a demonstration of the T-38 Talon jets that the Turkish Air Force was to acquire. My father did not actually pilot the two-seater during this flight, but I have a special affinity for this photo which he dedicated to me. "To my dear son Tasko" says the inscription, using my father's diminutive for me. Maxwell Air Force Base, Alabama 1963.
Babamın tören giysisiyle(beyaz gömlek ve eldiven, kılıç) bu gülümseyen resmi en sevdiklerimden biri. Apoletlerine göre korgeneral, yani Ağustos 1971'den önce.
This smiling picture of my father in ceremonial finery (white shirt and gloves plus sword) is one of my favorites, and he wears the three stars of a lieutenant general which places the date before August 1971.
Bitmemiş-Unfinished from tahsinozgur on Vimeo.
Babam askerdi ve asker traşı severdi, ben ise saçımı uzatmak isterdim. Berber muhabbeti eksik olmuyordu evde! Canlandırma öğrencisi olunca da bitirme projemin konusu baba oğul arasındaki bu saç uzatma/saç kestirme düellosu oldu. Filmi hiç tamamlayamadım, gerçek hayatta ise o çekişme saçımın dökülmesiyle sona erdi. İlk iki sahne 1982'de okulda yaptıklarımdandır, son ikisini ise sonradan, ama 1987'den önce, filmi tamamlamak ümidiyle yaptım.Şimdi bunlara bakmak zor geliyor!
My father was a soldier and appreciated a short military haircut, and I wanted to grow my hair. The topic of barbers and haircuts was always in the air in our home! When I went to animation school, I chose the theme of a father-son conflict over hair length for my final year project. I never completed the film. In real life the conflict died out when I lost my hair and turned bald. The first two scenes are from 1982, my last year at school, the last two are scenes I made later, in an attempt to complete the film, but all before 1987. It's hard to look at these scenes right now!
GATA'nın acil servisinde geçirdiğim gece babamın bu resmini çizdim. Çok bitkindi. Çok üşüdüğü için başına bir başlık takardı hep. Babamın vefatından sonra annem onu yıkayıp evde, artık yatmayacağı yatağında, babamın yastığının altına koydu.
Sketch of my father in the emergency ward. He was very weak. Because he was always so chilly, he wore a cap to keep his head warm. After he passed away, my mother cleaned it and put it under his pillow, there to stay in his untouched bed.
Annem ve babam Kapri'de. Yıl 1953, daha çok gençler. Babam bir NATO göreviyle Napoli'ye tayin olmuştu.
My mother and father, still young, in Capri, 1953. My father was then appointed to a NATO position in Italy.
Asıl aşk resmi işte budur- hayatın öbür ucunda hastane odasında, babam bitkin yatıyor, annem dinlenmeye çalışıyor. Bunu sindiremeyen "seviyorum" demesin.
This is the truest image of love: at the close of a long life together, my father lies weak and frail, my mother tries to snatch a few minutes' rest. If you can't take this, stay away from this difficult and powerful business called love.
2 Mayıs 2014, Selimiye, İstanbul. TSK babamı onurlandıran, bizim göğsümüzü kabartan bir tören hazırladı.
May 2nd, 2014th, Selimiye, Istanbul. The Turkish Armed Forces gave my father a dignified funeral with full military honors, as he deserved.
Definden sonra annem babamın tabutunu örten bayrağı alıyor.
My mother receiving the flag that was draped over my father's coffin after burial.
Eskiz defterimden resim, cenaze töreninin arkasından.
A drawing from my sketchbook, drawn after the funeral.
ENGLISH
When I shared my "old man" animation in my last blog entry dated April 28th, I mentioned my father, himself an elderly man, whose movements I had observed when making the animation. (See "Old Man", April 28th, 2014.) Just two weeks later, on the night of April 11th, we had to call an ambulance to get him to hospital.
I spent the night beside my father in the emergency ward of GATA, the military hospital in Istanbul. The hospital requires that a companion stay with the patient to care for immediate needs, but provides no seats in the emergency ward. There is a pair of small portable ladders, two steps each, as an aid for climbing onto the beds, and I nabbed one to sit on as an ersatz stool. I have a bag of necessities with me at all times, with a sketchbook in it, and I set about drawing my way through the difficult night. My father was receiving a serum through the arm, and drifting in and out of slumber. As I drew, the nurses, doctors, and the companions of the other invalids came and went, looking at what I was drawing and leafing through the sketchbook. In a lucid moment my father asked what they were looking at. I said: "they are looking at your son's pictures", still trying to impress him. The good man never used to ask to look at my drawings himself though I would be drawing as we chatted and I would occasionally force them on him. Come morning he called to ask me: "Do you have a son?" "No!" I said, "what makes you think that?" "You said people were looking at your son's pictures" he said. That gave me a jolt; "they were looking at the pictures of your son!" I replied, and showed him the sketchbook. He was hard of hearing, but this confusion of pronouns is easier to understand in Turkish than in English, and the word for drawing and picture is the same. But my wife and I have never been blessed with children, and it hurt me to see that, even at this extreme stage, my father had his hopes.
That morning, April 12th, my father was admitted into the hospital and taken to a private room. My mother stayed with him as companion, a 91 year old woman to care for a 94 year old man, but she would not have it any other way. Young people associating love with holding hands in the moonlight or holidays in Capri would do well to add the vision of vigils in hospital rooms at an advanced age, wiping sweat and feeding soup, refusing to pass this duty on to another. There I saw the persistent power of love. My father was taken to intensive care on the 16th, and my mother had nothing to do but go home- something she did with the greatest reluctance. From that day on, I went to the hospital every day, but was only allowed to look through a glass pane for a few minutes between 2:00 and 4:00 pm. And more often than not, my father was asleep. On April 23rd, the day declared by Ataturk as "Children's Holiday", he was awake. I waved at him, he waved back. Though we established eye contact, he probably could not make out who I was- his eyesight had been weak for some time. When an attendant told him I was his son, he registered surprise. (Didn't you expect me daddy? Or is it because this made you happy?) He seemed to be recovering so I grew hopeful, but I never saw him awake again. That wave, that last eye contact was a "Children's Holiday" gift from father to son. On May 1st, in the morning of a bright spring day, in perfect flight conditions with clear blue skies and calm weather, my father, the pilot, flew away. (See also: Tashlik, "Old Soldiers Never Die".)