18 Aralık 2018 Salı

YENİYIL-2019-NEWYEAR

TÜRKÇE: (For English, please scroll down.)

Bu seneki yeni yıl resmimiz için herkesin diline dolanmış olan ekonomik krizi ve hükümetimizin krizle birliklte mücadele çağrısını seçtik.

Hükümetimiz senelerdir milli varlıkları satmak ve borçlanmak yoluyla yalancı bir refah görünümü yarattı. Bu dış borca batmış devlet için de böyle, bir kredi kartıyla diğerini ödeyen vatandaş için de. Geçen seneki yeni yıl mesajımızda yaşam tarzımızın yaşadığımız çevreyi ne hâle getirdiğini işlemiştik. (Bkz.: "2018'de nereye?" 21 Aralık 2017.) Bu sene yeni yaşam tarzımızın bizim için bu kadar vazgeçilmez hâle geldmesine, marka ve ithâl ürün bağımlılığızdan ödün vermeden enflasyonu yenebileceğimiz yanılgısına düşmemize dokundurduk.

Daha fazlası için bkz.: 2019 (Tashlık)

İllüstrasyon/ Illustration: Tahsin Özgür    Renkler/ Colors: Lâle Özgür

ENGLISH:

For our new year's greeting this year we chose a theme that is on everyone's tongue- the economic crisis, and the government's attempts to rally the nation to fight it. 

Our government has been propagating a false illusion of prosperity and affluence by selling off national assets and living on credit- from the debt-ridden state to the individual using one credit card to pay off the other. Last year's new year's greeting had for its theme the unhealthy environment our new lifestyle has created. (See: "Where to in 2018", 21 Aralık- December 2017.) This year I poke fun at how addicted we are to it, how we are deluded to think we can beat inflation without giving up our import and brand-name oriented lifestyle, how we expect to have our cake and eat it too!

For more see: 2019 (Tashlık)

9 Aralık 2018 Pazar

NECMİYE ARKUN


TÜRKÇE: (For English, please scroll down.)

Washington DC.1960 civarı: Küçük kovboy ben,
anneannem. Necmi teyzem, annem ve ablam.
“Kovboy kılığına girip beni ağaca bağlardın”; yarım yüzyıldan fazla zaman önce Washington’daki günlerimizden kalan bu anı sanki Necmi teyzemin benimle ilgili en değerli anısıydı! Teyzem o kadar girgin, sosyal yönü o kadar gelişmiş, çevresi o kadar geniş birisiydi ki benimle ilgili bu kadar eski bir anıyı unutmamış olmasından gururlanmalıyım.

Necmiye Arkun tükenmez bir özveriyle matematik ve Fransızca öğretmiş, öğrencileri arasında efsaneleşmiş süper öğretmen (tek bir ders bile kaçırmadığı söylenir), 100 yıl 7
Teyzem 40'lı yaşlarının başında.
ay
ve 21 günlük uzun ve verimli bir hayat sonunda kanser ve yarattığı komplikasyonlara yenik düştü. Vaktini, enerjisini ve parasını cömertçe harcayan,  bütçesi devamlı açık veren biriydi. Evliliğinden çocuk sahibi olmamış, biriken sevgisini başkalarına dökmüştü- ama bu sevginin aslan payını Erol aldı. Kan bağları yoktu, yolları bir şekilde kesilmişti. Erol’un kızkardeşi de teyzemden sevgi ve ilgi gördü ama Erol’un yeri bambaşka oldu- olağan gerçek ana-çocuk sevgisinin ötesine geçen bir bağ. Ve Erol da bu sevgiye lâyik olduğunu kanıtladı- son dakikalarında teyzemin yanında olmak için Boston’dan uçup geldi. Ve son dakikalar gelmiş gibi gözüktüğünde orada ellerini tutuyordu. Ambulans gelip yoğun bakıma götürürken Erol da yanında gitti. 

Teyzem hiç istemediği şekilde türlü aletlere bağlanarak yoğun bakımda iki hafta daha dayandı ve nihayet 15 Aralık 2018’de aramızdan ayrıldı.


Seveni sayanı çoktu, öğrencileri onu hiçbir zaman unutmamıştı. 99uncu ve 100üncü doğum günü kutlamaları kalabalık ve gösterişliydi. Son aylarında destek olmak için akrabalar biraraya geldi, ama en devamlı ve özverili destek, akrabalığı uzakça bir hısımlıktan fazla olmayan Perihan’dan geldi. Zorla gönderilmedikçe teyzemin yanından ayrılmadı!


Öğretmen Necmiye Hanım'ın 100üncü doğum günü kutlaması, yanında oturan kızkardeşi, yani benim annem. Tam arkalarında ayakta sadık Perihan hanım.
Necmi teyzemde sanat aşkı vardı, özellikle klasik müzik ve edebiyat. Fransızcaya hayrandı- bu konuda ona takılırdım, çünkü Fransız gramerini ve ortografisini saçmasapan bulurum. Ama onun bu dile olan sevgisini anlıyordum; o dil, en mutlu günlerinin anılarını canlandırıyordu. (Benim için Almanca’nın olduğu gibi- yine gramatik bir felaket, ama en güzel günlerimin çağrışımlarıyla dolu.) Son günlerine kadar Fransızca okudu- Victor Hugo’dan Paris Match’a kadar. Teyzem (ve annem) Büyükada’da Saint Antoine’da okumuştu, öğretmenleri rahibelerdi. Orada adının “Nejminette” olarak küçültüldüğünü tatlı bir anı olarak aktarırdı- ciddi rahibelere oynadıkları oyunları da! Daima Müslüman olduğunu söylerdi,  Atatürkçü bir Türk olmakla iftihar ederdi, ama karakteri ve zevkleri üzerinde Hristiyan Batı’nın etkisi inkâr edilemez. Bir tüccar olan dedem aileyi batı müziğiyle tanıştırmış- gramofon plaklarından piyano derslerine varıncaya kadar, ve müzik yaşlılıkla gelen moral çöküntüsünde ona destek oldu. Huzurevindeki odasında gece geç saatlere kadar kültürel müzik kanalı Mezzo’yu seyrederdi. Hayatta en büyük aşkı, Erol’dan hemen sonra, Çinli konser piyanisti Lang Lang’dı.

Teyzem hastanede, Lang Lang'dan Chopin'in Grande Polonaise'ini dinliyor. Gece gündüz refakat eden Perihan pencereden dışarıyı seyrediyor. Tarih 20 Ekim 2018, 26 gün sonra herşey bitecek.
Bu dünyadan Beethoven in Koral Fantazisi’ni dinleyerek ayrılmak isterdi. (Piyano, orkestra ve koro için konçerto.) Denedik. Daha önceki bir hastane sürecinde bigisayarımdan bu konçertonun bir klibini seyrettirdim. Herşey bitiyor gibi gözüktüğü o günde Erol cep telefonundan çalmış. Sonra yoğun bakımda cep telefonumun kulaklığını sol kulağına yaklaştırarak dinletmeye çalıştım ama şuursuz gibiydi ve daha koro bölümüne gelmeden hemşireler ziyaretçileri çıkarttı. Sonra defalarca düşürdüğüm telefonumu bir kere daha düşürerek işini bitirdim. Telefonumu yenileyene kadar da artık herşey bitmişti. 

Konçertonun teyzemin zihninde sonuna kadar çalmaya devam ettiğini hayâl etmek istiyorum, bu çok mu fazla? Ve belki teyzemin hâyal gücü piyanoya Lang Lang’ı oturtmuştur.

Hastanede beklerken rahatlamak için çizdiğim melek resimleri.
Angel figures I drew for comfort in the hospital.


Teyzemi kaybettiğimiz günden.
From the day we lost my aunt.


Eylül başlarında çok rahatsız edici bir rüya gördüm- bir sabır sınavı için kendini Meryem Ana şeklinde bir kafese kapattıran bir rahibe. Beni o kadar etkiledii ki resmini çizmeye karar verdim. Önümdeki sıkıntılı süreci temsil ettiğini düşündüm.
Ama sonra teyzemin yatağa bağlı haline benzediğini farkettim.
Öyle ya,rahibeler tarafından eğitilmemiş miydi? 

Around the beginning of September I saw a very disturbing dream- a nun having herself locked into a cage formed to resemble the Virgin Mary for a test of patience.
It left such a strong impression on me that I decided to draw it. At first I thought it represented the difficult period I had to face. Later I noticed how much the image
resembled my aunt pinned to her bed. After all, she'd been taught by nuns, hadn't she?



ENGLISH:

Washington DC circa 1960: the little cowboy, my grand-
mother, aunt Necmi, my mother and my sister.
“You used to dress up as a cowboy and tie me to a tree”; this seemed to be the most cherished memory of my aunt Necmi regarding me, a memory from our time in Washington, over half a century ago! Indeed, my aunt is such a sociable, gregarous person with such a vast circle of friends and relations that I should be honored she has kept such memories of me from so far back.

Necmiye Arkun, teacher extraordinaire, who has taught mathematics and french with unerring dedication (they say she never missed a class), a legend among students, passed
My aunt in her early 40's.
away after a bout with cancer at the ripe old age of 100 years, 7 months and 21 days! She was generous with her time, her efforts, and her money, unable to make ends meet. Her marriage had brought no children, though she lavished love and attention on many- but none more than a certain Erol. Erol was no blood relation, their paths had simply crossed at one point. Erol’s sister also benefited from her love and attention, but with Erol, there was something special- a bond that surpassed many a mother and child- and fittingly, Erol travelled all the way from Boston to be at her side in her last moments. He was there, holding her hand during what seemed to be her last throes, and accompanying her on the ambulance when she was taken to intensive care. 


She held on for a further two weeks, attached to all sorts of devices- a fate she dreaded- finally succumbing on November 15th 2018.

Her following was great, her students never forgot her, her 99th and 100th birthday bashes were grand occasions. The family rallied together to support her through the difficult last months, but none showed greater dedication than the almost sainted Perihan, though barely related, who was with her almost uninterruptedly- leaving her side only when forced out.

Necmiye the teacher celebrating her 100th. Seated right next to her is her sister, that is to say, mother. Standing right behind them is the dedicated Perihan.
Aunt Necmi was enamoured of art, especially classical music, literature, and the French language- something I teased her about because I find French grammar and ortography nonsensical. But I could see what it meant to her- a storehouse of her most cherished recollections. (Like German for me- also a grammatical catastrophe, but carries with it memories of my happiest times!) To the end she read French literature from Victor Hugo to Paris Match. My aunt- as well as my mother- attended St. Antoine elementary school of Istanbul’s Büyükada where they were taught by nuns. She fondly remember the nickname she acquired in those times- “Nejminette”- as well as the pranks she pulled in the regime of those straigt-laced nuns. Though always professing to be Muslim as well as a Turkish patriot and a Kemalist, her character and tastes were marked by the culture of the Christian West. My grandfather, a merchant, had introduced music into the family- from gramophone records to piano lessons, and music became her prime support and a remedy to her flagging morale in old age. She watched the artsy music channel Mezzo late into the night in her room at the retirement home. Her greatest love of her life, coming just after Erol, was the Chinese concert pianist Lang Lang! 

My aunt in hospital enjoying Lang Lang playing Chopin's Grand Polonaise. The dedicated Perihan, by her side day and night, is gazing out of the window.
Her wish was to exit this world listening to Beethoven’s Choral Fantasy (concerto for piano, orchestra and chorus) . We tried- I played a videoclip of it from my computer during an earlier phase in a hospital. Erol turned it on that day when it seemed all would end. Later, in intensive care, I tried holding my earphone to her left ear while playing it from my cell phone, but she seemed unconscious and the nurses ushered visitors out before it got to the chorus. After that I dropped my phone once too often and killed it, so I couldn’t continue the concert. By the time I had my phone replaced she was gone. 

Is it too much to hope the rest might have played to the end in her mind? With her imagination placing Lang Lang at the keyboard?

17 Ekim 2018 Çarşamba

BRUNO GAUMETOU

TÜRKÇE (For English, please scroll down. Pour Français, prière de voir en bas.)


Bugün e-posta üzerinden üzücü bir haber aldım; bir zamanlar
Walt Disney Paris stüdyosunun başında olan Bruno Gaumetou’yu 12 Ekim 2018'de kaybetmişiz.


Mösyö Gaumetou (kendi “Bruno” dememde israr etse de ona hep öyle hitab ederdim) bir centilmendi, ve aramızda sıcak ama saygılı bir dostluk gelişti, stüdyodaki pozisyonlarımızın gerektirdiği resmiyeti zorlamayan bir arkadaşlık. Stüdyoya yakın oturduğum için yürüyerek giderdim, o da sıhhi ve atletik yönünden dolayı yürürdü ve yolda sık sık karşılaşırdık. “Comment vas-tu, Tahsin?” (“Nasıl gidiyorsun?”, bizdeki “nasıl gidiyor” anlamına) diye sorar, ben de “à pied” (“yürüyerek”) şeklinde, sınırlı Fransızcamın yettiği bir kelime oyunuyla karşılık verirdim. Bu aramızda tekrar eden bir espri, nerdeyse bir ritüel haline gelmişti.


Seneler sonra, 2009'da, yine beraber çalışmamıza ramak kaldı. Mösyö Gaumetou Disney Paris’in çabalayan kalıntısı olan Neomis Animasyon’un başındaydı ve ben de yeni yapılacak uzun metrajlı Titeuf filmine uzaktan canlandırma yapacaktım. Sahnelerim toptan geri çevrildi, olysa çoğu baştan kabul edilmişti. Hâyal kırıklığına uğradım dersem çok hafife almış olurum. Mösyö Gaumetou kabul edilmeyen ve kullanılmayacak olan sahnelerimin ücretini ödeyerek büyük bir asalet örneği gösterdi. Aynı asil davranışı prodüksyon şirketi MoonScoop’dan göremeyecekti ama. 26 Ocak 2014'te  yeni eski çalışma arkadaşlarıyla paylaştığı buruk bir elektronik postayla MoonScoop’un Neomis'e Titeuf çalışmalarından doğan borçlarını ödemediğini, bu yüzden stüdyonun kapanacağını bildirdi. (Bu olayla ilgili daha fazla bilgi için bkz:  "Olamadı İşte", 28 Ağustos 2015.)



Bruno Gaumetou daha 23 yaşında Azrail’le yüzyüze gelmişti. Kanserdi, ve onu yenmeyi başardı. Zorlu günlerden hayata yeni bir bakışla çıkmıştı. “Ölümün Bana Verdiği bu Hayat” (Cette Vie que la Mort m’a Donnée) başlıklı kitabıyla tecrübelerini ve düşüncelerini kamuoyuyla paylaştı.


Canlandırma dünyasından çekilerek başka teşebbüslere yönelince artık Annecy Festivali’nde karşılaşma şansım kalmadı. Bugün beni tahmin edebileceğimden çok daha fazla vuran acı haberden sonra artık hiçbir zaman, hiçbir yerde karşılaşamayacağımızı kabul etmek zorundayım.

Comment vas-tu, Tahsin? 

Ce matin, plutôt mal, M. Gaumetou. (Bu sabah, biraz kötü Mösyö Gaumetou.)


Sağda: Mösyö Gaumetou Annecy'de videokameramıza
yakalanmış, yukarıdan aşağı 2001, 2005 ve 2009.


ENGLISH (Pour Français, prière de voir en bas.)

Today I received a sad e-mail; Bruno Gaumetou, who once headed Walt Disney Feature Animation, Paris, has left us on October 12th, 2018.


Years later, in 2009, I almost had a chance to work with him again; he was managing Neomis Animation, the struggling remnant of the Walt Disney Feature Animation Paris, and I was to animate scenes for the Titeuf feature from home. My scenes were all turned down, en masse, after most had been first approved. To say I was disappointed is a mild way of putting it. M. Gaumetou had the noble spirit to reimburse me for my efforts, even though none of my animation was used. The production firm, MoonSoop, was apparently less chivalrous in dealing with him and Neomis; On January 26th 2014 M. Gaumetou sent out a resentful e-mail to present and former collaborators detailing how MoonScoop failed to pay Neomis for the studio’s efforts on Titeuf, and how Neomis had to close it’s doors because of that. (For more on that story, see:  "It Could Have Happened", 28 Ağustos- August 2015.)



M. Gaumetou had once had a close brush with the grim reaper as a young man of 23. It was cancer, which he managed to overcome. He emerged from the ordeal with a new outlook on life, which he shared with the general public in his book “This Life, Which Death Gave Me” (Cette Vie que la Mort m’a Donnée).


He left the field of animation for other ventures, which meant I could no longer hope to run into him at the Annecy Festival. Now, with this sad news which hit me far more than I would have thought, there is no longer a chance of running into him anywhere.

Comment vas-tu Tahsin?


Ce matin, plutôt mal, Monsieur Gaumetou. (Rather bad this morning, M. Gaumetou.)


  Right: M. Bruno Gaumetou caught by our videocamera in
 Annecy, from top downwards in 2001, 2005 and 2009.


FRANÇAIS:

J’ai reçu une triste nouvelle par e-mail ce matin. Le 12 Octobre 2018, nous avons pérdu Bruno Gaumetou, autrefois dirigeant du Studio Longues Métrages Disney de Paris.



Monsieur Gaumetou (je l’ai toujours appelé de ce ton formel, même qu’il a insisté sur “Bruno” tout simple) était un vrai gentleman, et nous avos cultivé une amitié aussi chaleureuse que cordial, de sorte qu’on ne dépassait jamais les limites de nos positions professionelles dans le studio. J’habitai dans le voisinage du studio et j’y suis allé en marchant. M. Gaumetou était amateur d’une vie saine et sportive, et marchait également. Nous nous sommes rencontrés très souvent en chemin. “Comment vas tu, Tahsin?” demandait-il, “à pied”, répondai-je, faisant un calembour au mesure de mon Français limité. Ceci est devenu une blague repetée, presqu’un rituel entre nous.


Les années ont passées, on était arrivés à l'an 2009, nous avons failli travailler ensemble sur un autre projet. M. Gaumetou était devenu le dirigeant du Studio Neomis, formé des restes du Studio Disney Paris. Il s’agissait du projet longue métrage Titeuf le Film, et je devait animer des plans dès chez moi. Mais tous mes plans ont finis par être réfusés en masse, autant plus doulereux pour moi puisqu’une bonne partie êtait déjà acceptée. J’était déçu, bien plus que déçu! M. Gaumetou, cet âme noble, m’a rembourse pour la totalité du travail qui ne serait plus utilisé. La société de production, MoonScoop agitait d’une manière beaucoup moins chivalresque envers lui et Neomis; En 26 Janvier 2014 M. Gaumetou a envoyé un e-mail plein d’amertume à ses collaborateurs, actuels et anciens, racontant comment MoonScope àvait réfusé d’honorer ses dettes pour le travail du studio sur Titeuf, faite qui forçait Neomis à fermer ses portes. (Pour les details de cette mésaventure, voir: "Olamadı İşte- It Could Have Happened", 28 Ağustos- Août 2015.)


M. Gaumetou était un jeune homme de 23 ans quand il avait fait conaissance de l’ange de la mort pour la première fois. Il souffrait du cancer, maladie mortelle qu’il avait reussi de vaincre. Sa lutte lui avait donnée une toute autre vision de la vie, et cette vision, il a partagé avec la publique dans son livre Cette Vie que la Mort m’a Donnée. 

Il s’est retiré du monde d’animation pour se lancer a d’autres poursuites, ce qui a mis fin à toute possibilité, pour moi, de le rencontrer au Festival d’Annecy. Apres la nouvelle triste que je viens de recevoir, et qui m’a touchée plus profondement que j’aurais jamais cru, il ne reste plus de probabilité de le rencontrer où que ce soit!

“Ou vas tu, Tahsin?”

“Ce matin, plutôt mal, Monsieur Gaumetou.”

 À droit: M. Bruno Gametou surpris par notre caméra video à Annecy, de haut en bas en 2001, 2005 et 2009.